İngiltere'nin bu kriz döneminde olimpiyatlar için bu kadar para har
"Aslında İngiltere'den çok İskoç ekonomisi zor durumda" diyor London School of Economics Direktörü ve İngiliz Merkez Bankası eski Başkan Yardımcısı Howard Davies. "Bugün en fazla sorunla karşı karşıya olan İngiliz bankaları Royal Bank of Scotland (RBS) ve Halifax, aslında İskoç bankaları. Bu bankalar kendi kapasitelerini ve İskoç ekonomisini dikkate almaksızın, çok büyük boyutta krediler verdiler. Eğer başbakanımız Gordon Brown bu bankaların yardımına koşmaya karar vermemiş olsaydı,
İskoç ekonomisi batmış olurdu" diye devam ediyor.
Bu açıklamalarına rağmen, İngiliz ekonomisinin kötü durumda olduğunu da kabul ediyor Davies ve bu durumu üç temel faktöre dayandırıyor: Bunlardan birincisi İngiltere'deki kredi patlamasının diğer ülkelere oranla çok daha büyük olması. İkincisi İngiliz ekonomisinin temelde finans sektörüne dayanıyor olması. Üçüncüsü de İngiliz hükümetinin seçimsel nedenlerden dolayı bütçe açığı vermiş olması.
İşte Davies'in ilginç ve bir o kadar önemli konulara yönelik görüşleri:
- Ekonomimiz finansa dayanıyor, en fazla bizim etkilenmemiz normal
İngiltere ekonomisinin bugün çok zor bir durumda olduğu gerçek. Bunun üç nedeni var. Bunlardan birincisi diğer ülkelere oranla çok daha büyük bir kredi patlaması yaşadık. Dolayısıyla emlak satışları ve hanehalkı borçlanma oranı çok yükseldi. 1996 - 2006 yılları arasında İngiltere'de emlak fiyatları yüzde 105 oranında artı. Bu artış ABD'de yüzde 65 civarındaydı. İkinci neden İngiliz ekonomisinin, Fransa ve Almanya'ya kıyasla daha fazla finans sektörüne dayanıyor olması. Yaşanan kriz finans krizi olduğuna göre, bundan en fazla bizim etkilenmemiz de çok doğal. Bu durum, sanayi ekonomilerinin bu krizden etkilenmeyecekleri anlamına gelmiyor. Bugün krizin imalat sektörünü de etkilediğini görüyoruz.
Üçüncü neden ise krizi kötü bir bütçe ile karşılıyor olmamız. Aralıksız olarak 16 yıl büyümenin ardından, kamuda bütçe fazlası olması gerekirdi. Fakat bunun yerine, seçimsel nedenlerden dolayı 2008 yılını zararda tamamladık. Yine de İngiltere ekonomisi adına herhangi bir iflas riski görmüyorum.
- Bankaların kendi kendilerini düzenleyebileceklerini düşündük. Bu hataydı
Piyasaları düzenlemekle sorumlu olan Finansal Hizmetler Otoritesi (FSA) bu yaşananların sorumlularından birisi. Daha sert davranmalı ve ekonominin iyi olduğu dönemlerde bankalardan sermaye rezervi oluşturmalarını istemeliydik. Bu sermayeleri resesyon sürecinde kullanabilirlerdi. Bu konuda diğer kıta bankalarının da daha iyi hareket ettiklerini söyleyemeyiz. Fakat İngiliz bankalarında yönetim hataları da oldu. RBS, ABN Amro'yu satın almış olmayı pahalıya ödedi; Halifax ise konut sektörü finansmanında çok fazla agresif davrandı.
FSA'nın görevini yerine getirmediğini düşünmüyorum. Tek hatamız bankaların kendi kendilerini düzenleyebileceklerini düşünmek oldu. Bu bir hataydı ve gelecekte bu yönde önlemler alınacağını düşünüyorum.
- Bir şirket için en iyi yöneticinin devlet olduğu asla ispatlanmadı
Gordon Brown'ın KDV'yi yüzde 2.5 oranında düşürülmesini kötü bir önlem olarak değerlendiriyorum, çünkü bu hem pahalıya patlayacak, hem de çok genel bir önlem. ABD ve AB ülkeleri gibi belirli alanlarda kurtarma planları uygulanmalıydı. Öte yandan Brown'un İngiliz bankalarının devletleştirilmesine karşı gelmesini destekliyorum. Bu önlem hem Brüksel'de rekabetçilik konusunda sorunlara yol açar, hem de ekonomik açıdan doğru bir yaklaşım olmaz. Bir şirket için en iyi yöneticinin devlet olduğu asla ispatlanmadı.
- City önümüzdeki yıllarda, eskiden olduğu gibi "para makinesi" olmayacak
City geçtiğimiz yıllarda benzersiz bir büyüme sergiledi. 1990 yılında İngiliz kurumsal yatırımcıların finansal aktiflerinin toplamı GSMH'nin yüzde 100'üne denk geliyordu. 2006 yılında ise GSMH'nin yüzde 400'üne ulaştı bu miktar. Yani, değerleri, milli zenginliğe kıyasla dört kat daha hızlı arttı. Bir gün bu büyüme oranlarına tekrar ulaşabileceğimizi sanmıyorum. City önümüzdeki yıllarda eskiden olduğu gibi "para makinesi" olmayacak. Bu Avrupa'daki birincilik pozisyonunu kaybedeceği anlamına gelmiyor.
- Bu kriz döneminde olimpiyatlar için bu kadar para harcamak anlamsız
Bankacılık sektöründe yaşananların ardından, Londra'nın eski çekiciliğini kaybettiğini düşünmüyorum, çünkü Londra genel anlamda hizmet sektöründe ilk sırada. Dünya genelinde hizmet veren danışmanlık büroları, avukatlar, denetmenler Londra'da bulunuyor. Öte yandan moda ve sanat açısından Londra son derece dinamik bir şehir. 2012 yılında düzenlenecek olan olimpiyatlar da bu imajın korunmasına katkı sağlayacak gibi. Fakat bana fikrimi soracak olursanız, bu kriz döneminde olimpiyatlar için bu kadar para harcamak anlamsız. Paris'in kazanmasına izin vermek daha iyi olurdu. Belki de, sterlinin yaşadığı değer kaybından sonra Bertrand Delanoe, olimpiyatları bizden satın almayı kabul edebilir. Bu arada sterlinin değer kaybına yönelik, sadece Fransa'da ev satın almış olan İngilizler'in ağlamaya hakkı var. Diğerleri için sterlinin değer kaybetmiş olması iyi bir haber. İhraç ettiğimiz ürünlerin tamamının altı ay öncesine oranla yüzde 25 ucuzlamasına yol açacak. Özellikle de hizmetler konusunda bu geçerli.
- Blair bile yapmadıysa, İngiltere'nin bundan sonra Euro'ya dahil olması zor
İngiltere'nin Euro bölgesine girip girmeyeceği sorusunu sadece yabancı gazeteciler soruyor. Bu soru ekonomik açıdan anlamlı olsa da, siyasi açıdan kesinlikle anlamsız. Bugüne kadar sahip olduğumuz en Avrupa yanlısı başbakan Tony Blair bile İngiltere'nin Euro'ya girmesini gündeme getirmediyse, bundan sonra kimse getirmez. İngiltere'nin Euro bölgesine dahil olması için olağanüstü koşullar gerekli. Bir sonraki parlamento seçimlerinde muhafazakar aday David Cameron'un seçilmesi, bunun ardından İngiltere ekonomisinde çok ciddi bir kötüleşme yaşanması ve bunun hemen arkasından Euro'yu destekleyen İşçi Partisi'nden birinin seçilmesi durumunda İngiltere Euro bölgesine girebilir. Tabii ki burada nasıl karşılanır ve girmek için gerekli olan şartları yerine getirir mi? Bu konuda kesin olan bir şey yok.
- İngiltere şu anda ideolojik bir boşluk içinde
İngiltere'de devletin ekonomik bir aktör olmasına o derece olumsuz yaklaşılıyor ki, yaşanan kriz bile bu eğilimi değiştirmeye yeterli olamadı. Burada devletleştirme hâlâ kötü bir kelime olarak algılanıyor. Kriz, İngilizler'in liberalizme sinirlenmelerini sağladı, fakat devletçiliğe yaklaşmalarına yol açmadı. Ülke şu anda ideolojik bir boşluk içinde.