İnatlaşma kırılganlığı artırır!..
Bugünü daha gerçekçi bir şekilde anlamak ve geleceği daha isabetli bir şekilde öngörebilmek için geçmişte yaşananları geçmişte yaşananları irdelemek ve daha önce gündeme gelmeyen sorulara yanıt aramak gerekiyor. Özellikle para ve maliye politikası uygulamaları farklılaşır iken, bu durumun normal olmadığını diğer tüm eğilimlerinde etkileneceğini ve hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını dikkate almak, beklenti yönetimi ile gözden uzak tutulmaya çalışılan bazı konuları da sorgulamak özel bir önem taşıyor. Özellikle küresel kredi krizi sonrasında para politikası uygulamalarında gözlenen eylem ve söylem farklılıklarını, sebep ve sonuç ilişkileri ile birlikte irdelemek gerekiyor. 2008 yılı ikinci yarısından 2011 yılı son çeyreğine kadar enflasyonda yaşanan olumsuz dalgalanmalara rağmen Merkez Bankası'nın neden kısa vadeli faizleri yükseltmekten kaçındığı ve zorunlu karşılıklarla oynadığı konusu bugünü anlamak açısından özel bir önem taşıyor.
Para politikası uygulamalarında araç olarak kullanılması olağandışı bir dönem yaşandığı anlamındadır, belirsizlik ve kırılganlığın çok yüksek olduğunun para otoritesi tarafından ilan edilmesidir. Bu gerçeği görmezden gelir bir yandan Merkez Bankası'nı eleştirir, diğer yandan her şeyin normal olduğu varsayımına göre bildiğinizi okursanız durumun daha kötüye gitmesine katkı yapar, kırılganlığı daha yüksek boyutlara çıkarırsınız. Bugün için gerek cari açığın, gerekse enflasyonun kırılganlık odağı haline gelmesi tesadüf değildir, hayal dünyasında gezinmenin veya olduğundan çok daha farklı görünmeye çalışmanın doğal bir sonucudur... Bu aşamada da yine sormak gerekiyor. Merkez Bankası koşulların olağanüstü olduğu algılamasından hareketle para politikasını farklılaştırırken, mali sektör ve sermaye piyasaları neden her şeyin normale döndüğü varsayımına göre davranmakta ısrarlı oldu. Cari açık ve enflasyon başta olmak üzere sorunların ağırlaşması ve kırılganlığın artması, finansal hacim açısından neden hak ettiği önemi bulamadı?..
2008 yılı ikinci yarısı ve 2009 yılı ilk çeyreği küresel kriz nedeniyle çok olağandışı bir dönemdi; sermaye hareketleri hızla daralıyor, riskten kaçınma eğilimi büyüyor, finansal piyasalardaki panik büyüdükçe bilançolar yopranıyor ve ekonomiler büyük bir hızla daralıyordu. Bu ortamda Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası oluşan likidite sıkıntısını önlemek ve finansal kırılganlık artışını sınırlamak için elindeki likidite imkânlarını devreye soktu. Türk Lirası'nın değer kaybetmesine takılmadı, kısa vadeli faizleri yükseltmedi. Fiyat istikrar hedefi zorunlu olarak ikincil kalmış, finansal istikrarı korumak hedefi ön plana çıkmıştı. 2009 yılı Nisan ayında küresel fırtına dinmeye başlayınca yıkıcı panik dalgası duruldu... Mali sektr ve finansal piyasaların küresel eğilimlere çok daha hassas hale geldiği ve bu durumun gelişmekte olan ekonomi, merkez bankalarının eylem ve söylemini ikincil hale getirdiği gerçeği açığa çıktı; bu olumsuzluk bundan sonra yaşanacak zorlukları önlemek açısından ciddi bir sıkıntı kaynağı olacaktı...
2009 yılı ikinci yarısında küresel likidite bollaştı, emtia ve sermaye piyasaları nakitten kaçış eğiliminin bir sonucu olarak seri bir şekilde yükseldi. Bu durum belki bilançoları düzeltti, fakat Türkiye açısından enflasyon ve cari açık konularını oldukça tehlikeli hale getirdi. Merkez Banka'mız bu tehlikeye karşı tedbirli olmak adına bir yandan kriz dönemi uygulamalarını geri çeker iken diğer yandan yıkıcı dalgalanmalardan kaçınmak ve yumuşak inişi mümkün kılmak adına farklı bir uygulamaya gitti ve bu durum mali sektörü rahatsız etti. Kredi artış hızını faizleri yükseltmeden ve bilançoları yıpratmadan sınırlamak Türk Lirası'nın aşırı değerlenmesine bağlı yan tesirlerin etkili olmasını önlemek adına para politikası uygulamaları farklılaştırıldı. Merkez Bankası'na göre durum olağandışı idi, fakat mali sektör bu teşhise bağlı olarak mevcut stratejilerini değiştirmemekte ısrar ediyordu... Bu inatlaşma 2011 yılı üçüncü çeyrek dönemine kadar devam etti; bir yandan BDDK'nın aldığı kararlarla devreye girmesi, diğer yandan Euro Bölgesi'ne ilişkin belirsizliğin küresel kırılganlığı çok tehlikeli hale getirmesi bu inatlaşmayı frenleyen gelişmeler oldu.
Bu süreçte hem değer kaybeden Türk Lirası nedeniyle enflasyon beklentisi bozulmuş, hem de sert bir şekilde yükselen cari açık günün kurtarılmasını zora sokmuştu. Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilere yönelik küresel algılamalar da olumsuza dönüşmüştü... Koşullar Merkez Bankası'nı çok cephede mücadeleye itti ve etkisi azaldı. Türk Lirası'ndaki değer kaybı yönündeki eğilimi durdurmanın başka bir yolu kalmayınca kısa vadeli faizlerin yükselmesi gündeme geldi, küresel koşulların olumsuzlaşması bu durumun geçici olamayacağını düşündürmeye başladı. Tehlikeli eğilimleri kontrol altına almak ve yumuşak inişi mümkün kılma şansı azaldı.
Bir Merkez Bankası'nın zorunlu karşılıkları aktif olarak kullanması, oranlar değiştirerek ve uygulamayı farklılaştırarak kırılganlık artışını sınırlamaya çalışması normal değildir, ama yanlış da olmayabilir. En büyük sorun koşulların olağandışı olduğunu dikkate almayanların ya hep ya hiç diyenlerin ısrarıdır. Olağandışı koşullarda gerekçesi ne olur ise olsun aza tamah etmemenin ve macera peşinde koşmanın bedeli ağır olabilir!..