İnandırıcı bir resim gerekli
Türkiye’nin temel sorunlarının ne olduğu çokça tartışılan ancak pek de umursanmayan bir konu olmalı ki konjonktür koşulları olumlu da olumsuz da olsa belirsizliklerden yakamızı kurtaramıyoruz. İşte şimdi de siyasi istikrar ile ilgili soru işaretleri 24 Haziran’da ortadan kalkmasına rağmen, seçim öncesinde baş ağrıtan hiçbir konuda henüz hissedilir bir gelişme ya da çözüm umudu belirmiş değil. Anlaşılan o ki tercih edilen büyüme modeli ve kurumsal altyapı kalitesi bağlamında net bir yol haritası ortaya konmadıkça olacağı da yok. Çünkü uzunca bir süreden beri ekonomik göstergelerin büyük ölçüde bağımlı hale geldiği dış piyasaların ve sermaye kaynaklarının Türkiye’ye bakışında ciddi bir güven kaybı söz konusu; o kadar ki, son derece çekici olan getiri imkanlarına rağmen, yatırım kararları risk unsuruna yani anaparanın geri dönüşü ile ilgili tereddütlere takılmış görünüyor. Üstelik bu iki temel tıkanıklık, yani yeni bir büyüme modeli ve kurumsal kalite konusunda sadece iktidarı ve muhalefeti ile politikacılarda değil, toplumda ve onun en dinamik ve bilinçli parçası olan özel sektörde de ciddi bir iddia ve talep görünmüyor. Herkes, nasıl olacaksa, hem büyümenin sürmesini hem de faizlerin ve enflasyonun düşmesini istiyor, ama mevcut model ve yapı ile bunun mümkün ya da anlamlı olup olmadığı üzerinde durmuyor.
Güven algısı henüz onarılmadı
Nitekim seçim öncesinde, gecikerek de olsa, mecburen alınan kararlarla yüksek faiz artışı yapılmasına rağmen döviz kurunda beklenen gevşeme gerçekleşmediği gibi, para otoritesinin Temmuz toplantısında yeni bir artıştan kaçınması da, kurumsal bağımsızlığa ilişkin kaygılardan dolayı yukarı yönlü bir hareketlenme yarattı. Devlet iç borçlanma senetleri faizleri de sıçradı. Yani döviz kurunun faiz esnekliği büyük ölçüde azalmış durumda. Öte yandan Sermaye Piyasası Kurulu’nun, borsadaki düşüşü önleme amacıyla, 31 Ağustos’a kadar bu alandaki en önemli suç niteliğinde olan “içerden öğrenme”yi ( insider trading) suç olmaktan çıkarıp eleştiriler üzerine bu karardan vazgeçmesi de kurumsal kalite konusundaki kuşkuları güçlendirdi. Bunların üzerine, mevduat yetersizliği ve döviz pozisyon açığı dolayısıyla kredi yaratma kapasitesi zorlanmakta olan bankacılık sistemindeki sıkıntılar ile reel kesim güven endeksindeki sürekli düşüş eklendiğinde dövizin ve faizin birlikte artacağı borçlanma üzerine oturan ekonomide yavaşlama trendine girileceği belli. Bayram ikramiyeleri ve tatil psikolojisi ile canlı tutulan tüketim harcamalarının da Eylül’den, en geç Ekim’den itibaren duraklayacağı da açık. ABD’de büyümenin hızlanması nedeniyle faiz artış sürecinin devamı ve İran ambargosu etkisiyle yükselecek petrol fiyatları dolayısıyla cari açığımıza gelecek ekstra baskı da düşünülürse kamu yönetiminin enflasyon ile birlikte ortaya çıkabilecek bir durgunluk ihtimalini önlemek için kısa vadede epeyce bir maharet göstermesi gerekecek.
Cari açığı, geçtiğimiz aylardaki gibi rezerv eriterek karşılamak zorunda kalmamak için güven algısının onarılması şart. Çünkü toplam dış borca oranla düşük sayılan 100 miyar dolarlık rezervin ancak 30-40 milyar doları kullanılabilir durumda ve bu değerlendirme kurumları açısından önemli bir kırılganlık riski olarak değerlendiriliyor. Bunun için de anahtar, söylemlerden çok uygulamalar. Bu açıdan Hazine ve Maliye Bakanı’nın söylemleri ile Merkez Bankası’ nın son kararı pek örtüşmese de finansal istikrar ve maliye politikası araçları ile onarıma başlanması şart. Dünyada ucuz ve bol para döneminin sona ermekte olması, üstelik korumacılık ve ticaret savaşları eğiliminin yükselmesi de durumu acilleştiriyor.
Pazarlık şansımız azalıyor
Dikkat ederseniz son birkaç aydır uzun vadeli yapısal sorunlardan söz etmeyi bıraktım. Çünkü artık kısa vade de yükselen risk altında ve bir panik oluşmasını önlemek şart. Artık aşırı değer yitiren ve dibe yaklaşan Türk Lirasının bundan sonra değer kazanacağına ilişkin inandırıcı bir resim oluşturulması gerekiyor. Ancak böylece küresel fonların risk algısını düşürerek getiri düzeyine odaklanmasını sağlayabiliriz. Ayrıca içeride de mevduatta azalma, güven ihtiyacına işaret ediyor. Aksi takdirde üretim ve tüketimin finansmanı da, dış borç servisinin sorunsuz sürmesi de kuşkulu hale gelir. Bu da 240 milyar dolarlık yıllık finansman ihtiyacımız açısından alternatifsiz olan batı merkezli sermaye kaynakları ile ( ki oradan yönetilen ortadoğu sermayesini de içeriyor) aynı dilden konuşulmasını, siyasi planda da batı hükümetleriyle diyalogun güçlendirilmesini kaçınılmaz kılıyor. Sonunda küresel düzenin kurumsal temsilcileriyle finansal istikrar için müzakere masasına pazarlık şansı azalarak oturmaktan kaçınmanın yolu da bu.