İmkânlarının üstünde, potansiyelinin altında yaşamak ve bir hikâye
Yukarıdaki ifade Dr. Atilla Karaosmanoğlu’nun anı kitabında yaptığı Türkiye’ye ilişkin bir değerlendirme. Karaosmanoğlu kitabında Türkiye’yi imkânlarının üstünde ve potansiyelinin altında yaşayan bir ülke olduğundan hareketle şu değerlendirmeyi yapıyor: “Türkiye hep imkânlarının üzerinde yaşadığı için potansiyelinin altında bir performans göstermiştir.” (Atilla Karaosmanoğlu: İzmir Karşıyaka’dan Dünya’ya, İş Bankası Kültür Yayınları, 2005.)
Dr. Atilla Karaosmanoğlu (1932-2013) önemli ve değerli bir iktisatçı. Bu iki özelliğe de birlikte sahip olan ender insanlardan biri. Akademisyen kökenli bir Mülkiyeli. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde, Harvard ve New York üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalıştı. Türkiye’de Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) oluşumunda önemli görevler üstlendi. 1960’da 28 yaşında DPT’nin ilk İktisadi Planlama Dairesi Başkanı oldu.
Karaosmanoğlu 1961 yılında ABD’ye giderek Dünya Bankası’na girdi. Burada başkan yardımcılığına kadar yükseldi. Türkiye’de ordunun 12 Mart 1971’de verdiği muhtıra sonucu o dönemdeki Süleyman Demirel Hükümeti istifa ederek görevi bırakmıştı. Onun yerine aynı meclis tarafından ordunun güdümünde Nihat Erim Hükümeti kuruldu. Teknokratlar veya reform kabinesi olarak da adlandırılan bu hükümetin Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını sağlayacak yapısal reformları gerçekleştirmesi bekleniyordu. Amerika’dan çağrılan Karaosmanoğlu bu hükümette ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olarak görev aldı. Böylece ülkenin ekonomik kalkınmasının gerçekleştirilmesinde hükümetin bir numaralı sorumlusu konumuna getirildi. Yani 2000’li yılların başındaki Kemal Derviş olayı 1971 yılında da Atilla Karaosmanoğlu ile yaşandı. Derviş olayı normal parlamenter sistem içinde gerçekleşirken, Karaosmanoğlu olayı ordunun o dönemdeki parlamenter hükümeti istifaya zorladığı bir askeri muhtıra sonucu gerçekleşmişti. Derviş olayında önemli yapısal reformlar gerçekleştirilerek başarılı sonuçlara ulaşıldı. Karaosmanoğlu olayı ise başarısız oldu. Reformların hayata geçirilmesi sürecinde TBMM komisyonlarında ve genel kurulda yaşanan engellemeler nedeniyle, kendisinin yeterince desteklenmediğini düşündüğünden 1972 yılı Aralık ayı başında on bir bakan arkadaşıyla birlikte hükümetten istifa ederek ayrıldı. ODTÜ’de öğretim üyesi olarak çalışma başvurusu üniversitenin öğretim kurulunda onaylanmasına rağmen mütevelli heyet tarafında uygun bulunmadı. Kendisini gerek akademik hayatında ve gerekse Dünya Bankası’ndaki çalışmalarında kanıtlamış olan bu değerli insan kendi ülkesinde adetâ aforoz edildi. Bu süreç Atilla Karaosmanoğlu’nun daha önce çalıştığı Dünya Bankası’nın talebi üzerine tekrar ABD’ye dönerek çalışma hayatını burada başkan yardımcısı olarak sürdürmesiyle sonuçlandı. Dünya Bankası'ndan emekli olduktan sonra tekrar Türkiye’ye dönerek emeklilik hayatını ülkemizde geçirdi. Bir süre İstanbul Sanayi Odası'nda danışman olarak çalışmalarını sürdürdü. 10 Kasım 2013 tarihinde vefat etti ve sonsuzluğa uğurlandı. Bu vesileyle bu değerli insanımızı rahmetle anıyor; özellikle gençlerimizin alınması gerekli derslerle dolu yukarıda belirttiğimiz anı kitabını okuyarak değerlendirmelerini tavsiye ediyoruz.
Atilla Karaosmanoğlu bu kısa Türkiye serüvenini kitabında kısaca şöyle özetlemekte: “Türkiye’de ilk defa istenmeyen ve kendisine iş verilmeyen bir insan durumuna düştüm. Fakat aynı Türkiye, hiçbir iltimas olmadan, bana 28 yaşımda Devlet Planlama Teşkilatı Kanun Tasarısı’nın hazırlanmasında büyük rol oynamama izin vermiş; 1971’de de başbakan yardımcılığına getirmişti. Bu ikinci tecrübe bana Türkiye’de yapısal değişimin ne kadar güç olduğunu öğretmiştir.”
Bugünlerde ülkemizde yine yapısal reform paketinin hayata geçirilmesi gündemde. Ülkemizin orta gelir tuzağından çıkarılarak kişi başına düşen milli gelirimizin 20-25 bin dolar seviyelerine çıkarılmasına çalışıyoruz. Bunun yollarını yöntemlerini biliyoruz. Hatta hedeflerimizi Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümü olan 1923 hedefleri olarak ortaya koyduk bile. Ama 1923 yılına yaklaştıkça hedeflerimize ulaşacağımıza ilişkin inancımız ve güvenimiz azalıyor. Zira Karaosmanoğlu’nun yukarıda ifade ettiği, “Türkiye yapısal değişimin ne kadar güç olduğu” gerçeğiyle tekrar yüzleşiyoruz.
İmkanlarının üstünde yaşamak giderin gelirden daha fazla olması anlamına geliyor. Bunu sağlamanın yolu borçlanmaktan geçiyor. bu gereklilik kişi ve aile düzeylerinde olduğu gibi ülke çapında da geçerli. Ülke seviyesindeki açığın adı “cari açık.” Bir ülke ancak kapatabildiği cari açık kadar imkânlarının üstünde yaşayabiliyor. Bunun maliyeti de ileriki yıllarda borçların faiziyle birlikte geri ödenmesi.
Bir ülkenin potansiyelinin altında yaşaması ise üretim kaynaklarını yeterince değerlendirilemediği anlamına geliyor. Bu durum ülke kaynaklarının bir kısmının israf edilmesinden veya atıl bırakılmasından kaynaklanıyor. Bu israf ve kaynakların atıl bırakılması hem insan gücü, hem sermaye ve hem de doğal kaynaklar için geçerli. Ülke potansiyelinin değerlendirilmesi sahip olunan insan gücünün olabildiğince niteliklendirilmesini, doğal kaynakların ve sermayenin yüksek katma değerli alanlarda değerlendirilmesini, israfın önlenerek verimliliğin yükseltilmesini gerektiriyor.
Hikayemiz de bir israf örneğiyle ilgili. 2005 yılında bilgisayar ekranlarında dolaşan bir e-posta bu konuda İsveç’ten ilginç bir örnek sunuyordu. Hikâye şöyleydi:
“On dokuz yıl evveldi. Stockholm’e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin, traş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm. Notta, ‘lütfen’ diyordu, ‘traştan sonra jiletinizi çöpe atmayın. Yanda bir kutu var, oraya bırakın. Bir tek jiletle de olsa İsveç çelik sanayine yardımcı olun.’
Doğrusu hayretler içinde kalmıştım. Çocukluğumdan beri çelik eşya, hele hele kaliteli çelik denince akla hemen İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde ‘İsveç çeliğinden yapılmıştır’ ibaresi eşyanın kalitesini gösteren önemli bir işaret olarak kabul edilir. İşte o ülke, kullanılmış tek ufacık bir jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, ülkesine gelen turistler de dahil herkese rica yollu uyarıda bulunuyordu.”
Günümüz bilgi toplumunda ise muhakkak ki en önemli israf insan kaynağının yeterince değerlendirilememesinden kaynaklanıyor. En önemli kaynağı genç nüfus yapısı olan ülkemiz için bu gerçek büyük önem taşıyor. Yakın geçmişte gazetemizde Singapur Büyükelçisi A. Selverajah ile yapılan röportajda büyükelçinin verdiği bir bilgi çok önemliydi. (DÜNYA Gazetesi, 2 Mayıs 2016). Büyükelçi, başkaca önemli bir kaynağı olmayan Singapur’un insan kaynaklarını etkin ve etkili bir biçimde değerlendirmesi sonucunda, 1965 yılında 500 dolar olan kişi başına düşen gelirin 2015 yılında 50 bin dolara çıkarıldığı söyleniyordu. Singapur 50 yılda kişi başına düşen milli gelirini 100 kat artırmayı başarmıştı.