IMF'ye direnebilmeyi bu rakamlar sağlıyor

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Türkiye-IMF pazarlığının çetin geçeceği, Başbakan Erdoğan'ın neredeyse bir yıl önce söylediği "Ümüğümüzü sıktırmayız" sözüyle belli olmuştu. IMF ile anlaşma ha bugün, ha yarın imzalanır derken, anlaşmasız geçen süre bir buçuk yılı buldu. Kimi görüşlere göre, küresel krizde en kötü dönem geride kalmıştı ve Türkiye, bu dönemi IMF desteği olmaksızın atlatmıştı; bundan sonraki dönemde ise IMF'ye daha az ihtiyaç duyacaktı, yani anlaşma yapılmasa da olurdu. Karşı görüşe göre ise, küresel kriz sürecinde çok daralmış olan ekonomi fazla dış kaynağa gereksinim duyulmasını engellemiş ve bu sayede IMF'nin eksikliği hissedilmemişti, oysa ekonominin bu yıla göre büyümeye geçeceği 2010 ve sonrasında dış kaynak ihtiyacı artacak, bu yüzden de IMF'ye ihtiyaç duyulacaktı.

Önümüzdeki yıldan itibaren IMF'ye daha fazla ihtiyaç duyulup duyulmaması bir yana, son günlerde "IMF'siz de olur; IMF olmazsa olmaz değildir" şeklindeki görüşler artmaya başladı. Hükümet zaten bu görüşteydi, hem hükümet üyelerinden aksi yönde bir açıklama gelmesi de beklenemezdi. Yani, Başbakan ya da bir bakanın, "Evet, IMF ekonomimiz için olmazsa olmazdır" demesini kimse beklemiyordu. Bu bir kere müzakere mantığına tersti.

Son dönemde bankacılık kesimi de "IMF ile anlaşma iyi olur, ama anlaşma sağlanamazsa bu çok büyük sorun oluşturmaz"" görüşünü dile getirmeye başladı.

Peki, hem hükümet üyeleri, hem bankacılık kesimi, neye güvenerek, hangi verilere dayanarak "IMF olmasa da olur" görüşünü dile getiriyordu?

Küresel krizle birlikte dış kaynak girişinde çok büyük bir tıkanıklık olacağından kaygı duyulmuştu; ancak, hem bu kaygılar boşa çıktı, kaynak girişinde Türkiye'yi sıkıntıya sokacak ölçüde bir daralma yaşanmadı, hem de ekonomideki daralmayla birlikte kaynak ihtiyacı azaldı.

Reel sektör net kaynak kullanma durumundan, net ödeme yapma durumuna geçti, ama kaynaksız da kalmadı. Reel sektör, geçen yıl yedi ayda 32 milyar dolarlık kullanım ve 14 milyar dolarlık geri ödemeyle net 18 milyar dolarlık uzun vadeli kaynak kullandı. Bu yıl ise aynı dönemde 12.8 milyarlık kullanıma karşılık 17.4 milyarlık ödeme yapıldı ve net anlamda 4.6 milyar dolarlık ödeme yapılmış oldu.

Bankalar da geçen yıl yedi ayda 4.6 milyarlık kullanıma karşılık 1.9 milyarlık geri ödemede bulunmuş ve net kullanım 2.7 milyar olmuştu. Bu yıl yedi ayda ise 2.5 milyarlık kullanıma karşılık 4.5 milyarlık ödeme yapıldı ve yaklaşık 2 milyarlık net ödeme gerçekleştirildi. 

Özel sektörün yurtdışından sağladığı kredi borcunun bakiyesine ilişkin veriler de, borç stokunda azalma olmadığını, yani dış kaynak girişinin sürdüğünü gösteriyor. Özel sektörün geçen yılın sonunda 140.6 milyar dolar olan uzun vadeli kredi borcu, bu yılın ilk çeyreği sonunda 133.7 indi. Borç, ikinci çeyrek sonunda 133.9, temmuz ayı sonunda ise 133.6 milyar dolar oldu.

Özel sektör borcunun 2008 sonunda 41.1 milyarı finansal kuruluşlara, 99.5 milyar doları reel sektöre aitti. Finansal kuruluşların borcu ilk çeyrek sonunda 38.1, ikinci çeyrekte 37.4, temmuz sonunda ise 37.1 milyar dolar oldu. Reel sektörün borcu ise ilk çeyrek sonunda 95.6, ikinci çeyrek ve temmuz sonunda ise 95.6 milyar dolar olarak gerçekleşti.

Tüm rakamlar, çok açık biçimde dış finansman sağlanması konusunda sorun yaşanmadığını gösteriyor. Reel sektörün biraz da kendi parasını kullandığı biliniyor, ama önemli olan sonuç; kaynak sorunu yok. Türk bankalarının sergilediği sağlam duruş, dış kredide bir avantaj olarak geri dönüyor. Bütün bu etkenler biraraya gelince IMF'ye karşı, daha rahat ve dik durulabiliyor. Düşünsenize, reel sektör açısından tüm dış kaynak kanalları kapansa, büyük zararlar yazan ve sallantıda olan bir bankacılık sistemi dışarıdan eli boş dönmek durumunda kalsa, acaba IMF'ye karşı böylesine rest çeker durumda olabilir miydik?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar