IMF öncesi bütçe sıkılaştırma çabaları

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Sn. Mahfi Eğilmez'in deyişiyle bütün köşe yazarları ister istemez İMF hobicisi olduk. Ancak bu durum açıkçası tamamen Hükümet'in bugüne kadar bu konuyla ilgili ikircikli tutumundan kaynaklanıyor. Her hafta, hatta neredeyse hergün konuyla ilgili yeni bir gelişme yaşanmakta. Ben de geçtiğimiz 2 hafta konuyu değerlendirdiğim yazılarımda İMF ile klasik bir stand-by anlaşması ihtimalini oldukça düşük olduğunu, olsa olsa yeni bir imkan olan Esnek Kredi Hattının (flexible credit line) gündeme gelebileceğinden bahsetmiştim. Burada da, en büyük engellerden birinin Türkiye'nin daha önce bu imkandan yararlanan Meksika, Polonya ve Kolombiya'nın altında kalan ülke rating'inin olabileceğini belirtmiştim. Son dönemde, derecelendirme kurluşlarının Türkiye ratinglerini birer birer artırmasıyla bu önemli engel ortadan kalkmaya başlamış gözüküyor. S&P'nin de çok yakında bu kervana katılmasıyla, İMF'nin Türkiye'nin FCL talebine olumsuz yanıt vermesi çok zorlaşacaktır. Her ne kadar İMF'nin bu kredi imkanının kullanılması ile ilgili olarak web sitesinde bazı makroekonomik ve yapısal şartlardan da bahsedilmekteyse, Türkiye ekonomisinin halihazırdaki yapısıyla bile bu şartları büyük ölçüde karşıladığı görülmekte. Burada tek pürüz çıkarabilecek konu ise "sürdürülebilir kamu borcu ve genel olarak kamu finansmanının sağlamlığı kriterleri" olabileceği ifade edilmekte. Ancak, ben bu konularda da belirli bir anlaşma zemini sağlanabileceğini düşünmekteyim.

Öncelikle, 2009 gibi ciddi bir kriz senesinde bile Hazine'nin reel faizlerde çok ciddi bir gerileme ile birlikte %100'ün üzerinde bir borçlanmayı gerçekleştirmiş olması kamu finansmanının gücünü göstermesi açısından önemli bir kriter sayılmalıdır. (Muhakkak ki, daralan ekonomiyle birlikte kredi talebinin bıçak gibi kesilmiş olması ve bankaların atıl kaynaklarını plase edebilecekleri imkanların sınırlanması da, Hazine'nin borçlanmasına yardımcı olmuştur.) Öte yandan, kamunun artan borçlanması sonucunda kamunun borçluluk oranında belirgin bir artış yaşanmıştır. Ancak bu oran bakımından Türkiye kendisiyle aynı grupta olan ülkelere göre çok da dezavantajlı bir konumda değildir. Fakat, FCL imkanı sağlanmış olan Meksika, Polonya ve Kolombiya'nın 2009 yılı bütçe açıklarının %3'ün altında kalmış olması, bizim ise %5'in üzerine çıkmış olmamız menfi bir olgudur. 2010'da da açık hedefi %5 civarındadır. Bu da bizi bir kez daha orta vadeli bir perspektif içinde kamu maliyesinin reformu konusuna geri getirmektedir.

Maalesef, 2005-2008 dönemi bütçenin "yapısal" iyileştirmeleri konusunda yeterli insiyatifin alınamadığı dönemler olmuştur. Bu dönemde yapılan az sayıdaki yapısal düzenlemelerden emeklilik şartları ile ilgili olanın bile SGK açıklarını kapatmakta yeterli olmadığı bariz bir şekilde görülmektedir. SGK'lara yapılan transferler hem nominal, hem de milli gelire oran olarak artmaya devam etmektedir. Öte yandan hükümet sene başında gerçekleştirdiği zamlar ve bugünlerde gündeme gelen ilave tedbirlerle sıkı maliye politkasından ödün vermeyeceğini de göstermiştir. Ancak, alınan tedbirlerin büyük çoğunluğunun dolaylı vergileri artırmaya yönelik olduğunu, ve bu durumun da zaten çarpık olan kamu maliyesi yapısını daha da bozduğunu hatırlamakta fayda var. Kısacası, bütçede ciddi bir yapısal reform ihtiyacı söz konusu. 2-3 senedir konuşulmakla birlikte, geçen seneki kriz sırasında unutulan ama bugünlerde tekrar gündeme gelen "mali kural" uygulamasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. 

Son olarak, bütçe gelirlerini artırmaya yönelik bir tedbir olarak banka şubelerinden daha önce bir defaya mahsus alınan harçların artırılarak senelik hale getirilmesi ile ilgili olarak da bir kaç söz söylemek isterim. Bu, sonuçta, hızla gerileyen faizler nedeniyle yüksek kârlılık elde etmiş olan bankacılığa getirilen bir salmadır. Maliyenin bu şekilde senede 400 milyon TL kadar bir ek gelir elde etmesi beklenmektedir. (Tabii, bankalar bu miktarı gider yazacakları için gerçek gelir 320 milyon TL civarında olacaktır.) Şahsen bankacılığı bir yarı-kamu sektörü olarak nitelendirdiğim için, bu tip müdahelelere prensip olarak karşı değilim (Kaldı ki bugünlerde gelişmiş (sözüm ona) serbest piyasa ekonomilerinde bankalara getirilen ve getirilmesi planlanan vergiler yanında bu tedbir teferruat kalmaktadır.) Ancak her vergi veya teşvik gibi, söz konusu bu harcın da banka sektörüne etkisi olacaktır. Artık bankalar yeni şube açma konusunda daha az istekli olacak, ve hatta mevcut şubelerin bir kısmının tasviyesi bile gündeme gelebilecektir. Bankalar zaten son yıllarda gençleşen nüfusla birlikte ağırlık verdikleri internet ve diğer teknoloji bazlı alternatif dağıtım kanallarına daha fazla yöneleceklerdir. Öte yandan, bankaların bir aracılık kuruluşu olduğunu hatırlarsak, nihai maliyetin artan aracılık maliyetleri kanalıyla banka müşterilerine yansıyacağını da unutmamak gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019