IMF, kriz, faizler

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

Enflasyon dünyanın belki de en sonuncu kaygısı haline geldi. Ama potansiyel olarak önemli ve iki nedenden dolayı bu böyle. Önce, para politikalarının tarihi bize fiyat istikrarından vazgeçmenin daha düşük büyüme hızları ve büyüyen çıktı açıklarına yol açtığını gösteriyor. Sonra, nominal faizleri sabit tutmaya çalışmanın, daha doğrusu kısa vadeli veya gecelik piyasa faizlerinin volatilitesini en aza indirme çabasının, çıktı açığının minimize etme çabasıyla birleştiğinde, enflasyonu serbest bırakmak anlamına geldiğini öğreniyoruz. Calvo fiyatlaması, reel iş çevrimi teorisine uygun bir döngü bileşeni, bir Fisher denklemi ve rasyonel beklentilerle birleştirilmiş çalışma ABD zaman serileriyle uyumlu olarak enflasyonun olasılıksal veya stokastik bir trend içerdiğini gösteriyor [Marvin Goodfriend & Robert M. King (2009), "The Great Inflation Drift", NBER Working Paper No. 14862, April]. Bu bulguya Reinhart ve Rogoff'un ve son yayınlanan IMF raporunun sonuçlarını da eklemeliyiz.

Veriler ve sonuçlar şöyle özetlenebilir. (a) Resesyonlar genelde toparlanma dönemlerine yakın sürerken, genişleme veya boom dönemleri çok daha uzun sürüyor. Bu özellikle 1984 sonrası böyle. (b) Finansal ve/veya uluslararası-global resesyonlar daha uzun sürüyor: sıradan resesyonlar ortalama dört çeyrek, finans kökenli ve yaygın resesyonlar altı çeyreğe yakın sürüyor. (c) Hisse senedi fiyatları ortalama yüzde 55 düşerken, hisse senedi piyasasında çöküş 16 ay kadar sürüyor. 1929 gibi major resesyonlarda bu sürenin 33 ay kadar olduğunu yazmıştık. (d) Büyüme daha sonra toparlarken, işgücü piyasaları oldukça gecikmeli düzeliyor. İşgücü piyasalarında aşağı dönüşün durması dört yılı bulabiliyor. Yani, işsizlik en yapışkan, en kalıcı hasara sahne olan değişken. (e) Kamu maliyesi derhal bozuluyor. Mesela 2. Dünya Savaşı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde görülmüş irili ufaklı 55 resesyonda kamu borcunun reel olarak yüzde 86 arttığı hesaplanmış. (f) Ancak bu bozulma sadece harcamalar arttığı -Keynesyan bir politika dozu- veya batan şirketleri kurtarmak için sermaye aktarıldığı -biraz da politik bir konu- için değil, gelir tarafı çöktüğü, vergi gelirleri hızla düştüğü için de böyle. Hatta gelir tarafı daha da önemli. [Carmen M. Reinhart and Kenneth S. Rogoff (2009), "The Aftermath of Financial Crises", NBER Working Paper No. 14656, January]. (g) Bu durumda artan kamu borcunu enflasyonla eritmekten başka çare kalmıyor. Böyle olunca da faizler -bazen hızla- artıyor.

Volcker deflasyonu ve sonrasını, Paul Volcker'ı unutmak kolay değil. Ağustos 1979'da Jimmy Carter Paul Volcker'ı Fed başkanı tayin ettiği zaman dünya 2. Petrol Şoku'nu yaşıyordu. Enflasyon %11'e çıkmıştı ve ABD tarihinde bu görülmeyen bir durumdu. Volcker faizleri hızla yukarı çekti. Faizler dalgalandı ama tam da Carter'ın Reagan'a kaybettiği seçimin öncesinde, Kasım 1908'de yüzde 17'ye çıktı.  Reagan kazandı ama Volcker yerinde kaldı ve enflasyona karşı mücadelesini sürdürdü. Haziran 1981'de FFR (Federal Funds Rate) yüzde 20'ye yükseldi ve meşhur "Volcker Deflasyonu" başladı. Enflasyon yüzde 4'e düştü, USD Britiş pound ile aynı değere geldi, ABD' tahvillerine dışarıdan sermaye akışı başladı. USD ancak 1985 yılında Plaza Anlaşması sonucunda G-3 ortak müdahalesiyle değer kaybedebildi. Bu arada Volcker Deflasyonu 2. Dünya Savaşı sonrasının en sert resesyonuna yol açtı. 1982'de ABD işsizlik oranı yüzde 11 idi. O yıl büyüme geri gelmeye başladı ve sonunda 1980'lerin ortasına "yumuşamış" bir iş çevrimi, yüksek büyüme, değerli dolar ve düşük enflasyonla gelindi. Volcker Ağustos 1987'de Fed başkanlığından ayrıldı, yerine Greenspan geldi ve 2 ay sonra meşhur 1987 "Kara Pazartesi" Wall Street çöküşü yaşandı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019