IMF konvansiyonel yaklaşımdan vazgeçmiyor

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Merkez Bankası'nın ilk defa cari açığı bir politika hedefi olarak ortaya koyarak zorunlu karşılıkları artırdığı ve gecelik borçlanma faizini düşürdüğü Kasım ayının 12'sinden beri  Türk Lirası sepet bazında %30'a yakın değer kaybetmiş bulunuyor. Bu küçümsenecek bir değer kaybı değil. Herşeyi bir kenara bırakalım, böyle bir devaluasyonun fiyatlar üzerinde %6 civarında bir etkisi olmasını beklemeliyiz. Nitekim, Kasım'dan beri manşet enflasyon yerinde sayarken (hatta %7.3'den %6.7'e geriledi), çekirdek enflasyon göstergelerinde belirgin bir artış söz konusu. Örneğin, MB'nin en çok takip ettiği çekirdek enflasyon göstergesi olan "I" endeksi bu süre içerisinde %2.5'den %6.2'ye yükseldi. Devaluasyon-enflasyon arasında bir gecikme (lag) olduğunu ve değer kaybının bir kısmının son dönemde gerçekleştiğini de dikkate alırsak çekirdek enflasyon ve akabinde manşet enflasyonda 2-3 puan daha (geçici) artış beklenebilir.

IMF geçen hafta yayınladığı Türkiye'yle ilgili 4. Madde değerlendirmesinde para politikasının tekrar fiyat istikrarı hedefine odaklanması gereğinden bahsetmekte. MB'nin açık enflasyon bantı hedefleri koyarak "enflasyon hedeflemesi" politikasına yöneldiği 2004 yılından beri gerçekleşen enflasyon benzer gelişmekte olan ülkelerden daha yüksek oldu. (%10.1 ile %6.4 aralığında). IMF bu durumun orta vadede Türk Lirası'nın değerli kalmasına yol açtığı ve kronik cari açığı körüklediği görüşünde. Nitekim, Ağustos sonu itibarıyle, MB'nın hesapladığı 2003 bazlı Reel Efektif Döviz Kuru Endeksi 104.5 idi. Diğer bir ifadeyle, son aylardaki zayıflamaya rağmen TL hâlâ 2003 yılına göre %4.5 kadar değerli. Ancak, aynı kulvarda koştuğumuz diğer gelişmekte olan ülkelerin kurlarına göre hesaplanan Döviz Kuru Endeksi ise Kasım 2010 - Ağustos 2011 arasında 110'dan 87'e gerilemiş bulunuyor. Diğer bir ifadeyle diğer gelişmekte olan ülkelere göre önemli bir fiyat avantajı yakalamış durumdayız. Özellikle birincil ihracat pazarımız olan Avrupa'da devam eden resesyon ortamında böyle bir avantaj yakalamış olmamız önemli. Bunun karşılığında enflasyonda geçici ama limitli bir yükselme yaşanıyor olması bence kaldırılabilir bir maliyet.

IMF değerlendirmesinde bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış bir takım politika önerilerinde daha bulunmuş. Maliye politikasında yapısal birincil bütçe açığını hedefleyerek daha da sıkılaştırma yapılmasını önermiş. IMF bu şekilde enflasyonun istenilen düşük seviyelere çekilebileceğini ve sıcak para girişlerinin sınırlandırılabileceğini düşünmekte. Ben ise, açıkçası, Dünya ekonomik konjonktürünün bu kadar zayıf seyrettiği bir ortamda pre-emptif bir mali sıkılaştırmanın çok faydalı olacağı inancında değilim doğrusu. Evet, Türkiye'nin de bir ekonomik daralmaya girmesi durumunda bütçe dengesinin hızlı bir şekilde bozulma ihtimali var. Ancak, bugünkü konjonktürde enflasyonla savaşımı ön plana çıkararak hem maliye politikasını, hem de (diğer önerisi olan) para politikasını sıkılaştırmak ekonomik aktiviteyi daraltarak bütçenin gelir tarafında önemli kayıplara, dolayısıyla da maliye politikasını sıkılaştırmaya çalışırken tam tersi bir netice elde edilmesine de yol açabilir. Ayrıca bu önerilerde bulunurken, İMF'nin MB'nın para politikası bakımından önemli bir parametre olarak gördüğü "çıktı açığı"na hiç değinmemiş olması da ilginç.

IMF'nin önemli bir risk olarak gördüğü nokta cari açığın seviyesinden daha çok, giderek daha fazla kısa vadeli kaynaklarla fonlanır hale gelmiş olması. Ancak IMF aynı zamanda gerek enflasyonu düşürmek, gerekse de TL'de olası bir hızlı değer kaybını önlemek için politika faizlerinin artırılabileceğini de belirtmekte. Böyle bir durumda sıcak para girişi azalmayacak, aksine artacaktır. (Bu bağlamda, TL'nin değer kaybının döviz rezervlerini satarak önlenmeye çalışılmaması önerisi ise yerinde. Nitekim, MB döviz satışlarında oldukça dikkatli davranıyor, özellikle son günlerde görüldüğü şekilde sadece TL değil, tüm para birimlerine satış geldiği durumlarda, ihale miktarını çok kısıtlı tutuyor.)

Değerlendirme raporunda yer alan diğer öneriler ise mantıklı. Bankaların vade uyumsuzluğunu azaltmak için 3 aylık likidite rasyosu uygulanması ve BDDK nezdinde sektör risklerinin daha yakından takip edilmesi finansal sektör alanında önerdiği tedbirler. Yapısal politikalarda ise işgücü piyasasının esnekliğinin artırılması, kıdem tazminatı sisteminin reforme edilmesi, mesleki eğitim programlarına ağırlık verilmesi, vergi tabanının genişletilmesi, ve cari açığı körükleyen enerji açığını azaltmak için enerji tüketiminin etkinliğini artırıcı önlemler alınması olumlu öneriler olarak göze çarpmakta.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019