IMF direktörlerinden laf salatası!
Türkiye'nin yaklaşık son 10 yılını topluca değerlendiren (1999-2008) IMF İcra Direktörleri Kurulu'nun açıklaması, gazetelere yansıdığı kadarıyla, "malzemesi pörsümüş laf salatası" gibi. Üstelik "sirkesi" de fazla kaçmış. Damakta "keskin" ve "kekremsi" bir tat bırakıyor. Açıklamayı ister "düz" ister "satır aralarından" okuyun; bakalım, 10 yıldır bildik "repliklerden" başka bir şey bulabilecek misiniz. Ben anladığımı yazayım: "Türkiye'ye selam, IMF ile devam!"
Türkiye'ye selam; çünkü, dünyada Burundi murundi gibi yoksulların dışında IMF'ye ihtiyaç duyan ülke kalmadı. Tek "yağlı müşteri" Türkiye idi. 1999-2008 döneminin üçüncü "stand-by"ından sonra o da "ayağını IMF dükkanından kesmekle kesmemek" arasında bocalıyor. Türkiye de koparsa neredeyse bu kuruluşun varlık sebebi ortadan kalkacak!
IMF ile devam; çünkü üretimden kopuk, eskilerin deyimiyle "mücerret-soyut" bir enflasyon kavramının peşinde "düşük kur-yüksek faiz" tezgahına yatırılmış Türkiye hem "ülkesi ve milletiyle" küresel finans baronlarının "damacanalarına" su doldurmaya devam etmeli. Hem de, ekonomisini "çevirebilmek" için yüklendiği ağır borç senetlerini zamanında ve aksaksız ödeyebilmeli.
Transformasyonmuş!
Direktörlere göre Türkiye 1999-2008 döneminde "transformasyon", Türkçesi değişim, dönüşüm geçirmiş! Doğru. Gerçekten de ekonomide hiçbir şey 1999'daki gibi değil. Fakat bu "transformasyon"un iki yüzü var: IMF'ye göre, Türkiye'nin "olgularına" göre... Duruma bakalım.
IMF: 10 yılda enflasyon "büyük ölçüde" düştü. Olgu: Enflasyon tekrar tırmanıyor. IMF: Kamu borçları "keskin şekilde" azaldı. Olgu: Özel sektörün dış borcu kamuyu katladı. IMF: Bankacılık sistemi güçlendi. Olgu: Sistem tarihinin en büyük "yabancılaşma" sürecini yaşıyor. IMF: Ekonomi "uzun" bir büyüme sağladı. Olgu: Büyüme hızı "geleneksel" düzeyine doğru çekiliyor.
IMF direktörleri, "reçetelerini" savunurken olgulara hiç değinmiyorlar. Türkiye ekonomisinin "düşük kur-yüksek faiz" kıskacında zaten güdük "iç tasarruf" kabiliyetini büyük ölçüde yitirmesi; ancak kısa vadeli "spekülatif" ve de "manipülatif" yabancı para girişiyle günü kurtarır hale gelmesi filan, direktörlerin umurunda değil.
Neden olsun? Tam tersine memnunlar. Onlara göre Türkiye bugünlerini IMF'nin reçetesine borçlu. Sayelerinde gelişen güven ortamı sermaye girişlerini cezbetmiş. Türk Lirası'nın değerini güçlendirmiş. Ama, bu cümle aynı zamanda enflasyonla mücadele şekerli "düşük kur-yüksek faiz" zehrinin ekonominin "boğazına" nasıl boca edildiğini de anlatıyor.
Cari açık meselesine gelince, direktörler tedirgin... Aşırı değerlenen Türk parasının açığı tetiklediğini itiraf ediyorlar. "Büyük ve genişlemeye devam eden cari açıktan dolayı kayda değer dış zafiyetlere" vurgu yapmaları bundan.
İtirafın büyüğü...
IMF'nin "salatalaşmış" jargonundan yeni bir tat süzmek mümkün olmasa da belki utangaç özeleştiri sayılabilecek bir itiraf var. Ancak, itiraf kurumsal bütünlük içermiyor. Olsun. Direktörlerin bir bölümünün açıklamaya geçirdiği "Biz Türkiye'de üzerimize vazife olmayan işlere de bulaştık" anlamındaki şu cümleye bakar mısınız:
"Direktörler Fon'un siyasi tavsiyelerinin genel olarak yerinde olduğunu düşünüyor. Ancak, bazı direktörler özellikle ilk dönemde IMF'nin temel alanına girmeyen konularda üzerinde durulan 'yapısal koşulluluğun' aşırıya kaçmış olabileceği görüşünde."
Açıklamaya "zorlama diplomatik yumuşaklıkla" kaydedilen bu cümle sadece IMF'nin reçete dayattığı ülkelerde ve özellikle Türkiye'de "haddini ne kadar aştığının" açık itirafı değil. Ya ne? Türkiye'yi yönetenlerin IMF'nin "temel alanına girmeyen yapısal koşullulukların" hemen tamamını kayıtsız şartsız kabul ettiklerinin, gereğini yerine getirdiklerinin de itirafı.
O halde soru şu: Acaba, IMF'nin yapısal reform adı altında "haddini aşan" koşulları nelerdi? Bu koşullar neden kabul edildi? Türkiye ekonomisinin yönetim sorumluları, bürokratlar "iç direnişle" karşılaştıkları için IMF'nin desteğini isteyerek hangi idari ve yasal düzenlemeleri yaptılar? Bu aşırı koşullar Türkiye ekonomisinin bugününe nasıl yansıdı? Cevap verecek kimse var mı?