IMF defterini kapattık ama açacak başka bir defter de yok!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

İMF ile bir anlaşmaya varılmamış olması benim açımdan sürpriz olmadı doğrusu. Konuyla ilgili daha önce bu köşede yazdığım yazılarda, özetle, İMF ile bir anlaşma olması için gerekli teknik şartların olmadığını çünkü klasik stand-by anlaşmalarının bir ülkenin fiilen Ödemeler Dengesi krizine girmesi halinde, veya böyle bir krize girme ihtimalinin çok yüksek olduğu hallerde geçerli olabileceğini belirtmiştim. Türkiye ise bu 2 durumda da değil(di). Öte yandan, İMF'nin sunduğu yeni bir ürün olan Esnek Kredi İmkanı (Flexible Credit Line) kapsamında daha önce Meksika ve Polonya ile yapılan anlaşmalar ise tamamen ihtiyati (precautionary) nitelikteydi ve bugüne kadar tek bir kuruş bile çekiliş olmadı. (Retrospektif olarak bakıldığında da, belki bu anlaşmanın geçen sene pozitif büyüme gösteren Polonya'nın lehine olduğu söylenebilir, ancak %6.9 küçülme gösteren Meksika'nın lehine olduğu söylenemez.)

Açıkçası, Hükümet 22 aylık bir süre boyunca İMF ile anlaşmayı gündemde tutarak piyasa beklentilerini, manipüle etti demeyelim ama, yönlendirdi. Maalesef, İMF de bu oyuna teşne olmak zorunda kaldı. Öte yandan, bugün için bir İMF anlaşmasının kuvvetli bir çıpa olabileceği tezi ise çok da doğru olmayabilir, çünkü gelişmekte olan ülkeler grubuna baktığımız zaman, artık zaten hiç bir ülkenin böyle bir anlaşma yoluna gitmediği görülmekte. Bu durumda Türkiye'nin böyle bir anlaşma imzalaması ise, Türkiye'nin uluslararası yatırımcılar gözünde risk algılamasını azaltmaz, aksine artırabilir(di). Uygulama geçmişi olmamasına ve bütçenin özerk bir kuruluş tarafından denetlenme mekanizmasının kurulmamış olmasına rağmen "mali kural" çıpası bile İMF'den daha etkin olabilir. Fakat, belli ki, bu çıpa da uzun bir süre "piyasa beklenti yönetimi aracı" olarak kullanılacak.

Önümüzdeki dönemi değerlendirirken, öncelikle bir noktayı vurgulamakta yarar var. Türkiye iç tasarrufları, özellikle aynı ligdeki diğer ülkelerle kıyaslandığında, kronik bir şekilde düşük seyreden bir ekonomi. Ekonominin, istihdamı artırabilecek bir düzeyde (%5'in üzeri) büyüyebilmesi için mutlaka dış kaynaklara ihtiyacı var. Ve bu durum öyle 1-2 senede düzeltilebilecek bir konu da değil. Maalesef, 7.5 yıldır iktidarda olan Hükümet de, bence bu konuda yeterli adımları at(a)madı. Son 2 senenin global krizle mücadele ile geçtiğini varsaysak bile, 2003-2007 yılları (görünürde yaşanan yüksek büyüme hızlarına rağmen) iç tasarrufları artırma bakımından kayıp seneler olmuştur. Bugün ise, tasarruf artırıcı önlemler almak konjonktürel olarak neredeyse imkansızdır. Uzun lafın kısası, yabancı kaynaklara hâlâ büyük ölçüde ihtiyacımız var.

Ancak, gerek küresel krizden toparlanmanın çeşitli sebeplerle yavaş gerçekleşmesi, gerekse de Türkiye'nin kendi yapısal sorunları nedeniyle, bu dönemde yüksek bir yabancı sermaye girişi beklemek imkansız. Portföy yatırımları tarafında negatif TL reel faizlerinin bir cazibesi olamaz. Geçen sene aşırı daralmış olan finans kesimine giren yabancı kaynaklarda kısmi bir artış görülebilir. Aynı şekilde, 2009'da küresel ölçekte %40 oranında gerileyen doğrudan yabancı yatırımlarda (FDI) da, bu sene göreceli bir düzelme beklenebilir. Ancak, Dünya Bankası'nın bu hafta başında konuyla ilgili notunda, özetle "gelişmekte olan ülkelere yatırımların orta vadede ancak 90'lı yılların sonunda görülen seviyelere gelebileceği, kriz öncesi seviyelere gelmesinin çok zor olduğu ve yatırımların ağırlıklı olarak Çin başta olmak üzere Doğu Asya ülkelerine kanalize olacağı" belirtiliyor. Kısaca, bu kalemden de beklentimiz oldukça düşük.

Böyle bir ortamda, büyüme hızımızın düşük seyretmesi kaçınılmaz. Belki, bu durumda bir döviz krizi yaşamayacağız, ancak bugüne kadarki krizler sonrasında yaşadığımız güçlü bir geri toparlanma hareketi de olmayacak. Şu ana kadar gelen bütün makroekonomik veriler (enflasyon, dış talep, iç talep, tüketici güveni, bütçe, ödemeler dengesi, enerji fiyatları, istihdam, kapasite kullanımı vs.) bu durgun gidişatı teyit eder nitelikte. Ancak, ben piyasaların bu gidişatı yeteri kadar fiyatladığı düşüncesinde değilim. Ayrıca, bu kısa ve kaba analizde, olası siyasi risklere ise hiç değinmediğime de dikkatinizi çekerim!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019