IMF-DB toplantısı beklentileri karşılamadı!
IMF-DB'nin her 3 senede bir ABD dışında gerçekleştirdiği ve bu sene Istanbul'da yapılan yıllık toplantısı dün sona erdi. Açıkçası, toplantıdan yeni hiçbir somut öneri veya karar çıkmadı. Sadece Pazar günü yapılan Uluslararası Para ve Mali İşler Komitesi'nin (IFMC) toplantısında yayınlanan bildiride yer alan bazı noktalar ana toplantının açılış konuşmasında IMF Başkanı Strauss-Kahn tarafından tekrar vurgulandı. Somut birşeyler yapmış olma görüntüsü vermek için de bu noktalar "Istanbul Kararları" olarak adlandırıldı. Halbuki ağırlıklı beklenti daha kuvvetli bir deklarasyon yayınlanması yönündeydi.
Strauss-Kahn tarafından vurgulanan 4 nokta şöyle: 1-İMF'ye ülkelerin ödemeler dengesi sorunlarını çözmeye yardımcı olmak dışında küresel istikrarı etkileyen makroekonomi ve maliye politikalarını da gözetlemek ve kontrol etmek gibi yeni bir görev tanımlanması verilmesi. 2- Esnek Kredi Hattı uygulamasının başarısını da gözönüne alarak İMF'nin finansman enstrumanlarını çeşitlendirerek küresel bir nihai borç verici statüsüne gelmesinin sağlanması. (Ancak Strauss-Kahn mali kaynaklarının böyle bir görevi icra etmek için uygun olmadığını da ekledi.) 3- G-20'de teklif edilen İMF'nin küresel makro-finansal bağlantıları ve bunların ülkelerarası etkileşimlerini gözetleme görevinin kabul edilmesi. (Bu konuda Mali İsitkrar Forumu (FSB) ile birlikte oluşturulan "Erken İkaz Çalışması"nın da yardımcı olması bekleniyor.) 4- Ocak 2011'e kadar İMF ülke kotalarının gelişmekte olan ülkeler leyhine %5 artırılması.
Unutmayalım ki, yaşadığımız krizin başlıca nedeni makro dengesizliklerden ziyade, hızla globalleşen finansal sistemin kontrolden çıkmasıydı. Bu tarz bir krizin (daha ağır bir şekilde) tekrarlamaması için küresel mali sistemle ilgili olarak güçlü bir düzenleme ve denetleme yapısının Dünya ölçeğinde kurgulanması gerekiyor. Ancak bugüne kadar yapılan çeşitli uluslararası toplantılarda her ne kadar bu konuya pek çok defa atıfta bulunulduysa da, söz konusu kararların hangi platformda şekillenip nasıl uygulanacağı bir türlü somutlaştırılamadı. Son toplantı bu konunun muhatabının İMF de olamayacağını gösteriyor. Bu konuyla ilgili resmi kurul toplantılarında yeni ve radikal hiçbir öneri de yer almadı zaten.
Programda "potansiyel olarak" daha ilgi çekici olan ise Cuma-Pazartesi günlerinde yapılan önemli otoritelerin katıldığı ve konu başlıkları ağırlıklı olarak küresel finansal yapı olan "seminerler"di. Ancak katılımcılarının hiçbir ön hazırlık yapmadığı ve önceden açıklanmış olan konu başlıklarına da pek riayet edilmeyen bu toplantılar açıkçası "seminer" değil, olsa olsa "tartışma paneli" olarak adlandırılabilirdi.
Panel katılımcılarından Stiglitz her zaman olduğu gibi kriz ile ilgili daha radikal görüşlerini teypten tekrar ederken hiç bir somut öneride bulunmadı. Neredeyse artık herkesin kabul ettiği "Basel 2 Uzlaşısı"nın ölmüş olduğu görüşünü tekrarlarken, yeni düzenlemelerin nasıl ve kim tarafından yapılması gerektiği konusunu es geçti. Son yıllarda kurgulanan ve toplumsal yararı sıfır olan pek çok karmaşık finansal enstrumanın risk ve getirilerinin aslında bu enstrumanları alan ve satanlar tarafından da anlaşılmadığı, ve herkesin "benim kafam basmıyor ama bu enstrumanı kurgulayanlar mutlaka ki benden akıllıdır ve bir bildikleri vardır" mentalitesi içerisinde hareket ettiği konusundaki gözlemi ise oldukça doğru ve komikti.
Bir diğer panelde ünlü yatırımcı Soros finansal sektörde balonların oluşumunun mali otoriteler tarafından mutlaka önlenmesi gerektiğini ifade etti. Ancak, bir varlık değerlenmesinin ne zaman balona dönüştüğü ve nasıl bir müdahele yapılması gerektiği sorusuna ne Soros, ne de diğer panelistler somut bir cevap veremedi. Ayrıca bu balonlar sayesinde zengin olmuş ve "ben balonun başlangıcında alır, sönmeden de satarım" şeklinde yatırım felsefesi olan bir spekülatörün böyle bir müdaheleci yaklaşımı benimsemesi kendi varlık nedenine bile ters düşüyordu. Spekülatör zaten gerek likidite sağlayarak, gerekse de yeri geldiğinde ters pozisyon alarak bu tarz balonları söndüren kişidir. Piyasa dışından yapılacak suni müdaheleler ise piyasadaki oynaklığı azaltmak yerine artırabilir bile. (Soros en büyük vurgununu bu tip müdahelelerden birinde, İngiliz Merkez Bankası'nın sterlini euro'ya sokmak için belirli bir bant içinde tutmaya çalışması ve nihayetinde başarısız olması sonucu yapmıştı.)
Diğer ünlü bir uzman Credit Suisse'in başkan yardımcısı David Mulford ise sorunun bir demokrasi sorunu olduğunu vurguladı. Mulford'un "demokrasi sorunu" olarak algıladığı aslında ulus-devletlerin farklı finansal sistemler ve kurallar uygulamasının getirdiği yasal yetki alanı (jurisdiction) sorunu idi. Bu sorunun çözümünün ise çok geniş yetkilere haiz bir uluslarüstü organizasyonun (tabii ki ABD önderliğinde) kurulmasının olacağını iddia etti. Ancak Meksika Merkez Bankası Guvernörü Ortiz güzel bir saptamada bulunarak, Mulford'un "demokrasi sorunu"nun aslında ABD menşeli finans şirketlerinin lobi gruplarıyla ABD'nin yasama, yürütme ve finansal denetim organlarını kontrol altında tutmalarından kaynaklanan bir demokrasi sorunu olabileceğini ifade etti. Bu görüş karşısında ABD derin devletinin de bir temsilcisi olarak görülmesi gereken eski Hindistan Büyükelçisi Mulford'un sadece yüzü kızardı.
Dünyada ticaret ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve finansal enstrumanların karmaşıklaşması ile birlikte krizlerin de nicelik ve nitelik olarak artış göstermesi şaşırtıcı değil. Ancak, bu tip krizleri çıkmadan önlemeye yönelik (pre-emptive) müdaheleci politikaların ve Dünya genelinde standardize edilmiş bir finansal yapının ne kadar faydalı olacağı da ciddi bir tartışma konusu. Bugün kriz daha taze olduğu için alınacak tedbirlerin zaman içinde hafızaya, çeşitli grupların çıkar ve servet hırslarına yenik düşmesi kaçınılmaz. Belki de finansal krizleri önlemeye çalışmak yerine onların kapitalist sistemin doğal bir parçası olduğunu kabullenmek gerekiyor.