IMF çıkmazı…
Eski dilde "dilemma" denilirdi; yani "ikilem" yahut biraz daha durulanmışıyla "açmaz"… Özetle, kendini dayatan iki durum, iki seçenek, iki olasılık karşısında "apışıp kalma" hali, diyebiliriz. Ne kadar uygun düşer kuşkuluyum.
Belki daha "oturaklı" kavramlar da vardır; ama mevcutlardan her biri de şu tespitin "dil kimyasını" bozmaz: "Dıştan ittirmeli" küresel malî krizin, Türkiye'nin önüne bir kere daha koyduğu "içten ittirmeli" ikilem IMF'mi, kalkınma mı, sorusu…
Aslında soru da değil; "kaşarlanmış" tek tercihe bir kere daha zorlanma durumu: Krizin genel ekonomi üzerindeki güncel ve muhtemel tehditlerine, etkilerine karşı IMF'nin 19 kez sınanmış bildik programına, desteğine 20'nci kez sığınmayı, ciddi tedbir manzumesinin "mısra" aralarına "nakarat" olarak sokuşturmak…
Ama, bir taraftan "dünyanın 17'nci büyük ekonomisine sahibiyet" böbürlenmesiyle krize meydan okur görünürken, diğer taraftan "krizin meydan okumasından" korkup ille de IMF limanına "çapa atalım" diye tutturanlara sormak gerekmez mi: Bu kadar güçlendiysen neden hâlâ IMF?
Hattâ şunu da sormak gerekmez mi: Dünyanın 17'inci büyük ekonomisinin Pakistan, Ukrayna, Beyaz Rusya (Belarus), Avrupa Birliği üyeliğine rağmen Macaristan gibi dünyanın "büyük" ekonomileri listesinde ismi geçmeyen ülkeler arasında ne işi var?
Asıl fırsat
Dikkat edilirse; küresel kriz-Türkiye ilişkisi tartışılmalarında iki şey oluyor: Kriz karşısında genel duruş, başlardaki "dik"görünümden "eğilmeye" doğru evriliyor. "Kriz tamam ama biz de kendi programımızı yapar, en az zararla atlatırız, hattâ yepyeni fırsatlar yaratırız" duruşu, "IMF'siz yapamayız" eğilişine dönüşüyor.
Krize karşı duruştaki bu negatif dönüşümün ilk belirgin etkisi şu oluyor: Türkiye, olumlu olumsuz büyük tecrübe birikimiyle "dıştan ittirmeli" bu krizi "içten ittirmeli" yeni bir "ekonomik açılıma" dönüştürme imkânına sahipken, IMF seçeneğinin "blokajına" teslime zorlanıyor.
Oysa, bu krizin Türkiye için yarattığı en büyük fırsat, ekonomi politiğini esaslı bir revizyondan geçirme fırsatı. Krizin yakın etkilerine karşı kısa, ekonominin yenilenmesi için orta vadeli politika tasarımlarının hızlı ve etkin bir katılım örgütlenmesiyle tartışmaya açılması, karar süreçlerine sokulması ve icraata dökülmesi için tam zamanı.
Bu fırsat, şayet 20'nci IMF reçetesinin "rehavetine" feda edilir ve kaçırılırsa, daha krizden önce gündeme atılan "artık kendi programımızı yapmalıyız" tartışma ve isteğinin "ruhuna fatiha" okuyabiliriz!
Krizin yarattığı ekonomik yenilenme fırsatının IMF blokajına mahkûm edilmesinde siyasi iradenin ve ekonomi yönetiminin büyük rolü var. Başından beri önce önemsememe, sonra önemser görünüp ikna edici, güven yaratıcı bir politika ve tedbirler seti ortaya koymama tavrı, ekonomi âlemini de olumsuz etkiledi.
Ekonomi yönetiminden sorumlu yetkililerin krize karşı temel "güven unsuru" olarak öne sürdükleri Orta Vadeli Program ile Orta Vadeli Mali Plan da umulan güveni yaratamadı. Çünkü bu politika dokümanlarıyla öngörülen yapı, içeriği ve işleyişiyle yetersiz ve sıradan. Hal böyle olunca, meydan IMF seçeneğine kalıyor, yakalanan fırsata da yazık oluyor!