“İlkel yerel şiddet ya da ustalıklı küresel şiddet”
Fransa'da bir mizah dergisine uzanan, büyük tepki gören terör olayını izlerken, aklıma hep yakın zamanda okuduğum iki kitap geldi: Amartya Sen'in "Kimlik ve Şiddet" kitabı ile Amin Maalouf'un "Ölümcüm Kimlikler" adlı kitapları.
Bu yazıda sizlerle, Ahmet Kardam'ın dilimize çevirdiği "Optimist Yayınları" arasında çıkan Sen'in kitabından alıntılar yaparak, hepimiz için tehlike sinyalleri veren şiddet konusunu paylaşacağım.
Amartya Sen, bir Hintli, aynı zamanda dünyanın önde gelen düşünce insanlarından biri. Gelişmekte olan bir ülkeden çıkarak, Nobel Ödülü alabilmiş ender insanlardan biri. Sen'in "İnsan yaşamının merkezinde bir tercih ve akıl sorumluluğu durmaktadır" saptamasını içselleştirmeden çağdaş bir insan olmak zor.
Kimlik, kendimizi başkalarından farklı gördüğümüz değerlerden oluşur. Amartya Sen'in altını çizdiği gibi, "Sahip olduğumuz varsayılan ve anlaşıldığı kadarıyla bizden geniş-bazen aklımıza hiç yatmayan- taleplerde bulunan herhangi bir sözüm ona kendine özgü-genellikle savaşçı-bir kimliğin kaçınılmaz bir şey olduğu duygusunun yaratılması ise sadece şiddeti öne çıkartır. Sözümona kendine özgü bir kimlik dayatması, genellikle sekter çatışmaları kışkırtıcı 'savaş sanatının' kritik bir bileşenidir."
Savaşlardan yana değil barıştan, yoksulluklardan yana değil zenginlikten ve refahtan yana isek, yapamacağımız ilk iş, kimliklerimizle ilgili keskin tercihlere saplanmamak, aklın dediklerine kulak vermek gerekir.
Tercih hakkı vardır
Hawking'in dediği gibi, "Gerçeklik diye bir şey yoktur; zihni modele göre gerçeklik vardır. Zihni modelin varsayımlarını değiştirirsiniz, gerçekliğiniz değişir." Yaygın geçerliliği olan bu saptamayı Sen'in genellemesi ile birlikte ele alalım:" Ne yazık ki, kimliklerimiz üzerinde tercih hakkımızın olmadığı algısı, şiddeti alt etme yeteneğimizi ciddi şekilde zedelemektedir. Farklı insanlar arasında iyi ilişkiler kurma umuduna esas olarak 'uygarlıklar arasında dostluk', 'dinsel gruplar arasında diyalog' ya da 'farklı topluluklar arasında arkadaşça ilişkiler' bağlamında bakıldığında -böylelikle, insanların birbirleriyle ilişki kurmasının çok farklı biçimleri görmezden gelindiğinde- insan ciddi biçimde minyatürleştirilmiş olur ve bu da tasarlanan barış programlarının önüne geçmektedir."
Zihni modele göre gerçekliğin değiştiği bir dünyada, tercihsiz kimlikler oluşmasına katkı yapan her hareket karşısında direnmesini beceremezsek, hak ettiğimiz huzuru da bulamayız.
İster cinsiyet gibi doğuştan gelen kimliklerimizi düşünelim,ister aile, topluluk ve toplumun aktardığı inanç kimliklerini ele alalım, sistemlerin yarattığı varlıklı ve yoksul olma gibi kimlikleri düşünelim; tek bir kimlik saplantısının yanlışlığını kavrayabiliriz. Bizler hep çoklu kimlerle birlikte varlığımızı sürdürürüz. O zaman, Sen'in şu saptamasını alıcı bir ruhla bir kez daha kendimize anımsatmalıyız:
"Günümüz dünyasında uyum umudu büyük ölçüde, insan kimliğinin çoğulluğu konusunda daha net bir anlayışa ulaşmamıza ve birbirlerini çaprazlamasına kesen bu kimliklerin geçit vermez tek bir katı hat boyunca çizilen keskin bir ayırıma karşı koyduklarını idrak etmemize bağlıdır."
Yaşadığımız ortam
İnsanların çevresinde kendilerini özleştirdiği insanlardan şaşırtıcı ölçüde etkilendiğinin altını çizen Amartya Sen, Oscar Wilde' nin bir saptamasına gönderme yaparak, " İnsanların düşünceleri başkalarına ait kanaatleridir, yaşamları taklittir, tutkuları altındadır" diyor. Gerçekten, zamanın ruhu bazı kimlikleri öne çıkarır; diğerlerini arka plana itebilir. Bugün güçlü olanların, güçlerini sonsuza kadar süreceğini düşünmemeleri gerekir. Yaşadığımız ortamın bize öğrettiklerinin, zaman içinde değişen varsayımlar nedeniyle "gerçekliğimiz" olamayabileceğini unutmayalım.
Tutulacak yol çok karmaşık da değildir. Aklımızı başkalarına emanet etmeden, akıl süzgecinden geçirerek tercihlerimizi yapabilirsek,bugün şiddetlenen çatışmaları azaltabiliriz. Çatışmaları azaltmanın imkansızlığını düşünmek, insan aklını reddetmek olur. Yine Amartya Sen'e kulak verelim: "Nitekim, dünyadaki çatışma ve barbarlıkların çoğu kendine özgü seçeneksiz bir kimlik yanılsaması sayesinde sürdürülebilmiştir. Nefret tohumları ekme sanatı diğer aidiyetleri boğan şu ya da bu sözde egemen kimliğin büyüleyici gücünü harekete geçirme biçimini alır ve buna uygun savaşçı kimliğe dönüştüğünde de, insanlara karşı normal olarak besleyebileceğimiz sempatiyi ve doğal iyimserliği bastırabilir. Sonuç, ilkel bir yerel şiddet ya da ustalıklı bir küresel şiddet ve terörizm olabilir."
İnsanları kategorilere ayırma
İnsanları çeşitliliği ve farklığı ile benimseme yerine, kategorilere ayırmanın yarattığı gelişmeleri de Sen şu şekilde açıklıyor: " Çatışma potansiyelinin temel kaynaklarından biri de,insanların din ya da kültür temelinde kendilerine özgü kategorilere ayrılabileceği varsayımıdır. Tekil bir sınıflandırmanın her şeyi kapsayıcı gücüne olan üstü örtülü inanç tüm dünyayı alev almaya hazır bir hale getirebilir."
Kimlik insan yaşamının bir parçasıdır; her ortamda varlığını sürdürür. Önemli olan, insanın kendine özgü bu gerçeği karşısında bizim tutumumuzdur. " Genel olarak kimlik arayışını bastırmaya ya da boğmaya çalışmak olmaz. Bir kere, kimlik şiddet ve teröre kaynaklık edebileceği gibi, zenginliğe ve içtenliğe de kaynaklık edebilir; o nedenle kimliği genel bir kötülük olarak görmek anlamsızdır." Kimlikleri gerçeğimiz olarak algılamak, değişik kimlikleri bir arada tutarak zenginlik üretiminin gücü haline getirmektir gelişmişlik.
Bir kez daha Sen'in söylediklerine kulak vererek davranışlarımıza ayar verelim: "Eğer tercihlerin, var oldukları halde var olmadıkları var sayılıyorsa, aklı kullanmanın yerini pekala, ne kadar kabul edilmez bir şey olursa olsun, konformist davranışa eleştirisiz boyun eğme olabilir. Böyle bir konformizm genellikle muhafazakar sonuçlar doğurur; eski adet ve uygulamaları akla dayalı sorgulama karşısında koruma işlevi görür."