İlk çeyrekten sinyaller
Hafta içerisinde Türkiye ekonomisinin Ocak-Mart döneminde nasıl bir ekonomik performans sergilemiş olabileceğine dair fikirleri teyit eder nitelikte iki önemli makro veri açıklandı. Öncü göstergelerin işaret ettiği seyirden az çok fikir sahibi olan analistler için verilerin son hali büyümeye dair öngörülerin de netleşmesine imkan tanıdı. Kuvvetle muhtemel, TCMB’nin de “Isı Haritası” üzerinden yaptığı yönlendirmeye paralel 2019’un ilk çeyreğinde teknik resesyon olarak tanımlanan durumdan çıkış söz konusu olabilir. Ancak, çıkışın kalıcılığı ve bu durumun nasıl bir temel üzerinde gerçekleşeceğine yönelik tartışmalar devam ediyor. Bir süre daha da devam edecek.
Sanayi üretimi GSYH tahmini açısından yakından takip edilen en önemli indikatördür. Büyüme serilerine getirilen revizyon sonrası bir süre için kopan tahmin patikası şimdilerde yeniden ilişkiyi kurma çabasında. Korelasyonun artması herkese kolaylık sağlıyor. İlk çeyrekte ortalama arındırılmış sanayi üretim endeksi 109.7 olan 2018 son çeyrek rakamından 111.6’ya yükseldi. Yüzde 1.7 artışa ifade ediyor. Aynı zamanda 2018’in tamamındaki çeyrek ortalamalarında gözlenen eksi performansın da şu an için geride kalması demek. Yıllık kalem ise eksi bölgede kalmaya devam ediyor. Kümülatif performans ise yüzde 4.5 artışa işaret ediyor. Teşviklerin de katkısıyla sanayideki toparlanmanın büyüme kalemi üzerine mutlaka ki bir etkisi olacak. Ek olarak, takip edilen ana grupların tamamında “çeyrekten çeyreğe” ortalama değişimler pozitif bölgede oluştu. Ara malı imalatı yüzde 2.7 ile toparlanmaya katkı sağladı.
Ödemeler dengesi ile devam edelim. Kendi ortalamalarımıza-normallerimize kıyaslayarak baktığımızda cari işlemler hesabının aylık bazda verdiği açıktaki daralma eğilimi devam ediyor. Yılın ilk çeyreğinde toplamda 1.9 milyar dolar açık oluştu. 12 aylık performans ise Mart itibarıyla 12.8 milyar dolar seviyesine dek geldi. 2018’in aynı döneminde çeyrek bazda verdiğimiz açık 16.2 milyar dolar, 12 aylık hesaplamada ise 55.1 milyar dolar olmuştu. Ciddi anlamda açık daralışı sürecinden bahsediyoruz. Burada farklı faktörlerin devreye girmesi durumu söz konusu. Öncelikle zayıflayan liranın -2018’de ortalamada yüzde 30 değer kaybı- iç talebi artan ithalat maliyetleri nedeniyle kesmesi faktörü öne çıkıyor. Öte yandan her ne kadar etkisi tartışmalı olsa da aynı lira durumunun ihracatçı kesim için yarattığı rekabet avantajı da söz konusu. Reel efektif döviz kurunun kabaca yüzde 25 iskontoya işaret etmesi, liranın 100 olan denge seviyesinden ne ölçekte uzaklaştığını ve TÜFE bazında nasıl bir avantaj sağladığını ortaya koyuyor. Diğer bir önemli gelişme ise bankalar başta olmak üzere deleverage sürecin tüm hızıyla ilerliyor olması. Yani, dış borçlanma ile kaldıraçlı fonlama isteğinde azalış yaşanıyor. Buradaki ilk sinyaller 2018’de baş göstermişti. Bankalar net kredi pozisyonu -3.1 milyar dolar ile yılın ilk 3 aylık döneminde kredi ödeyicisi konumunda oldular. 12 aylık dönemde ortalama uzun vade borç çevirme rasyosu yüzde 73, 3 ayda ise yüzde 63 düzeyinde gerçekleşti. Bu noktada karşılaştırma yapmak için iki farklı rakam vermek faydalı olabilir. Uzun vadeli borcun çevrilmesinde 2004-2016 ortalaması yüzde 226, 2017-2018 ise yüzde 97. Yani, zaten kredi/mevduat rasyosundaki yükseliş ve artan maliyetler kaynaklı gelen azalış baskısı son 2 yıllık dönemde iyice etkisini gösterir durumda.
31 Mayıs tarihinde açıklanacak olan büyüme verisi, kamu bankalarındaki kredi artışı, nispeten Mart ortasına dek stabil seyreden lira, düşüş gösteren ödemeler dengesi, toparlanan sanayi üretimi gibi öncü göstergelerle çeyrek bazda yüzde 1-2 yükselişe işaret ediyor. Yıllık bazda ise daralma eğilimi devam edecek. Öte yandan ikinci çeyrek başlangıcının yerel varlıklarda gözlenen fon çıkışı ve hızlı lira değer kaybı ile birlikte başlaması gelecek döneme dair beklentilerin aşağı yönde revize edilmesine neden oluyor.