İlim ve bilim aynı şey değildir, Doğu ile Batı da zaten bir çelişkidir

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]

 

Size tıp dahil bütün bilimlerin içine düştüğü "aşırı uzmanlaşma" daralından sık sık söz ediyorum, bunu sakın yanlış anlamayın. Bir konuda uzmanlaşmak iyidir, ancak mesleğinizi sadece bir konuya kısıtlarsanız, genel nosyonunuzda ciddi bir eksiklik ortaya çıkar. Örneğin bir doktor insan vücudunun genel işleyişi, bunun bozulması ve hastalıkların genel özellikleri konusunda bilgi sahibi olmalıdır. Buna karşılık "ben sadece dizden anlarım" diyen bir ortopedi uzmanı, o konuda en özel ameliyatları yapma becerisine sahiptir, ancak doktorluk vasfını yitirir. Bugünün tıbbının açmazlarından biri budur. Karın muayenesi ve hastalık belirtileri konusunda bilgi sahibi olmayan doktorun yapabileceği tek şey görüntüleme tetkiki istemek ya da hastayı o konunun uzmanına göndermektir. Hastanın her bir organının o konunun uzmanı tarafından değerlendirilmesi ne kadar mantıksızsa, işin içinden çıkılması da o kadar olanaksızdır. Oysa tıp eğitiminin bugün geldiği noktada öğrencilerimizin çoğu daha dördüncü sınıftan itibaren kütüphaneye kapanıp tıpta uzmanlık sınavına hazırlanıyorlar. Beşinci sınıfa erişmiş ve olağan stajı için polikliniğimize gelmiş öğrencilere zaman zaman "o güne dek kaç hasta muayene ettiklerini" soruyorum, aldığım yanıt genellikle "hiç". Öğrenciler ne hazindir ki, hastalığı kitaplardan öğrenmeye çalışıyorlar. Bu durumda onları hep uyarıyorum, hastalık kitaptan öğrenilmez, hastadan öğrenilir; "hastaya şikayetlerini soracaksınız, hastayla uzun uzun konuşacaksınız".
Bu yaklaşım diğer meslek ve bilim alanları için de geçerlidir. Birbiriyle ilişkisiz sanılan çoğu durum, bir bütün içerisinde çok güzel örtüşür hale gelir. Böyle bir düşünce sistematiğinde bugüne dek hiç sorgulanmamış, sorgulanmış ama bir daha hatırlanmamış yeni bilgilerin de ipuçlarını rahatlıkla bulabilirsiniz. Kendi alanımdan basit ama ilginç bir örnek vererek anlatayım, diz bölgesine radyoterapi uygulanan hastaların bir kısmının dile getirdiği, ayağında üşüme hissi veya kasıklarında yanmadır. Modern tıp nosyonu bize ayak ve kasık arasında bir ilişki öğretmedi, ancak soğuk zemine çıplak ayakla basmanın idrar kesesini harekete geçirdiği yaşayan herkesin hafızasındadır. O zaman böyle bir ilişkiyi nasıl kuracağınızın peşine düşersiniz.
Leonardo muhteşem bir bilgindir, Arabi ise hala aşılamamış alimdir
İşte ilim denen şey de bu tür "emarelerden bir çıkarıma varma" becerisidir. Çünkü ilim "emareler" üzerine kuruludur, görülemeyen, bilinen yöntemlerle ölçülemeyen belirtileri dikkate alır, analiz eder ve bilgi üretir, bilim ise bunu bilir. İlimin Batı akademisinde elle tutulur bir karşılığı yoktur, çünkü Batı akademisi bilim üzerine kuruludur, o nedenle yeni bir bakış tarzı geliştirmesi çok zordur. Ürettikleri türevdir, yaptığı zaten bilinmekte olanı, örneğin bilgisayar teknolojisi ve yazılım becerisiyle süslemektir. Aynen 3D filmler gibi, içeriği zayıf gereksiz görsel sahnelerdir onlar. Üstelik bunu öncelikle ticari kaygılarla yapar, patent kavramı aslında yenilikçi düşünceyi korumak amacıyla geliştirilmiş olsa bile, günümüz düzeninde, hakim ekonominin yerini pekiştirmekle sınırlı kalmaktadır. Yeni bir şeyin patent korumasına alınması bile başlı başına ayrı bir sıkıntıdır. Mamafih her şeye rağmen bir de ciddi hata yapar, aşırı uzmanlaşma "atlamaları" diğer alanlardan saklar. Batı akademisi bununla da kalmaz, ilim dediğimiz kavramı "simya" ile bir tutar. Tamam ilim ile simyanın örtüşme alanları vardır, ama "müspet ilim" dediğinizde sınırlar berraklaşır.
Dolayısıyla bilimsel anlamda başarı sağlamayı amaçlayan birinin yolu kaçınılmaz olarak ilimden geçmek zorundadır. Batı bilimi uzmanlığı diplomayla bir tuttuğundan, o alanda diploması olmayan kimseyi uzman saymaz. Oysa diploma uzmanlığın sadece belgesidir, adam bilmiyorsa zaten hiçbir şey olmaz. Bugün "bilgin" diye alınanlar aslında birden fazla alanda çalışmış kişilerdir. Leonardo da Vinci bir uçtan resim yapar, ama bir yandan anatomisttir, kendi boyalarını hazırlamanın çok ötesinde kimya bilir, Haliç'e köprü tasarlayacak kadar mimar, helikopterleri geliştirecek kadar da mühendistir. Bunların hepsini sadece gözlemleyerek ve deneyerek yapar, onun bilgisi kendine sipariştir. Ama her şeye rağmen samimiyetle söylüyorum, insan ve var oluş üzerine geliştirilebilecek düşünceler de bugün hala Muhiddin Arabi'nin ötesine geçmemiştir, çünkü Arabi hiçten okuyabilen bir alimdir. Nitekim Leonardo bugün bile bir düzine Nobel'i hak eder, ama Arabi'nin klasmanı ödülü zaten reddeder.
Onlarınki mezalimin güzellemesi, oysa amaç geleceğin güncellemesidir
Bilimin ilim zemininde geliştiğini düşünecek olursanız, (bilebildiğimiz) dünya tarihinde sadece iki ana ilerleme dönemi vardır. İlki milattan çok önce Platon, Pisagor gibi alimlerin yetişip okullarını kurduğu dönem, ikincisi de Rönesans'tır. Birincisi Akdeniz medeniyetinin Doğu'yla (Mısır, Pers ve Hint) birleşmesinden doğar, ikincisinin yani Rönesans'ın itici gücü İslam ilminin yükselmesiyle yola çıkar. Bugün matematik ve tıp dahil pek çok teoremin esası Doğu medeniyetinin tercüme edilip Batı'ya aktarılmasıdır. Çünkü bu coğrafyada zeka bolluğu, gözlem sabrı ve düşünme derinliği vardır. Bu süreç İstanbul'un Fatih'e vuslatıyla hızlanır, başta İtalya (Floransa) olmak üzere Batı'ya aktarılan, çevrilen ya da sözlü olarak iletilen aslında Rönesans'tır. Vardığımız noktada Batı'nın kurallar zemininde kurduğu "düzen" (her iki anlamda) ilimsel gelişimi asla besleyemez; o nedenle sakın şaşırmayın, büyük buluşlar olacak diye de hayale kapılmayın. "Bilim zeminine dayandırıyoruz" diye kurdukları "düzen" ise ne bir Deli Dumrul efsanesi, ne bir eşkıya hikayesi, sadece mezalimin güzellemesidir. Benim yapmaya, yazarak paylaşmaya çalıştığım ise işte o bahsettiğim ilmin güncellemesidir. O yüzden lütfen kimse alınmasın, sizleri mecburen biraz daha daraltacağım, lakin niyetim iyidir. Endişelenmeyin, olabilir, endüstriler, marketler, dernekler, meslektaşlar belki biraz kabaracak, ama azmedersek hakikat gün ışığına kavuşacak.
Oysa amacım kimseyi kırmak da değildir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar