İlginç benzerlikler!
Ekonomi cephesinde gelen haberler geleceğe yönelik beklentileri olumsuz yönde etkiler iken belirsizlik algılaması iyice yoğunlaşıyor. Sınai üretim küresel daralıyor, işsizlik artıyor, durgunlaşma hem dalga dalga genişliyor; hem de daha yoğun bir şekilde hissediliyor. Bu eğilimlere sebep olan talep daralmasının nereye ve ne zamana kadar devam edeceği kestirilemiyor: Zira içine düşülen kısır döngüden çıkılamıyor, mevcut kırılgan yapı kendi ürettiği sorunları çözemiyor. Söz konusu gelişmeler ülkemizde de yoğun bir şekilde hissediliyor. Riskten kaçınma eğilimi gücünü korudukça, paranın devir hızı düşüyor, borç-alacak zinciri kırılıyor; parasal cephedeki bu daralma makro ekonomik verileri de aynı yönde etkiliyor satışlar geriliyor, karşılıksız çek ve protestolu senet hacmi yeni rekorlar kırıyor, finansman ihtiyacını karşılamak zorlaşıyor. Sonuçta faaliyet gelirleri eridikçe talep daralıyor ve satılamayacak mal üretilmez hale geliyor.
Gelişmiş ekonomiler finansal piyasalardaki likiditeyi bollaştırarak, paranın devir hızındaki çöküşü ve ekonomik durgunlaşmayı terse çevirmeye çalışıyor fakat büyüyen güvensizlik beklenen eğilim değişikliğinin ortaya çıkmasına izin vermiyor. Türkiye ise dışa bağımlı yapısı nedeniyle ekonomideki daralmaya karşı, seyretmek dışında bir şey yapamıyor; sermaye çıkışı yaşandıkça para politikası sıkılaşıyor, borç-alacak zinciri kırılıyor ve ekonomik durgunluk derin dalış yönünde ilerlemeye devam ediyor. Başka bir deyişle, olumsuz koşullar ekonomiyi boğuyor, nefes alınamaz hale getiriyor. Çaresizlik, çıkışın yeni bir IMF programında arama önerisini gündemde tutuyor.
Mali sektör temsilcileri IMF ile anlaşılır ise sermaye çıkışının duracağını, sıkıntının önce kontrol altına alınması ve devamında yönetilmesinin mümkün olabileceğini umuyor olmasa bile risklerini bir miktar daha azaltarak kayıplarını sınırlayabileceklerini düşünüyorlar. Böyle bir yaklaşım içinde olanlara 2000 Kasım - 2001 Mart döneminde yaşananları hatırlatmak gerekiyor. Söz konusu dönemde de benzer şekilde Türkiye ekonomisi daralmış, nefes alamaz hale gelmişti; anılan dönemde bankaların fonlama maliyeti yüzde 680'e ulaşmış, kredi sorunu büyümüş, borç-alacak zinciri kırılmıştı. Aralık 2000'de IMF ile 7.5 milyar dolarlık ek rezerv kolaylığı anlaşması yapılmış ve Hazine 1,1 milyar dolarlık kısa vadeli dış kaynak kullanılmıştı: Asıl önemlisi bu haberler ekonomideki havayı değiştirmemiş, daralma eğilimi giderek güçlenmişti. Sonuçta şubat krizi ile birlikte Merkez Bankası kur taahhüdünden dalgalı kura geçilerek kurtarılmış, piyasaya nefes almayı mümkün kılacak düzeyde likidite verilmişti; yarısı fon yarısı ise kamu bankalarına verilmek üzere 14 katrilyon eski Türk Lirası büyüklüğünde karşılıksız para basılmıştı.
Bugünkü koşullar ile söz konusu dönemdeki koşullar arasında ciddi benzerliklerin yanında farklılıklarında olduğunu hesaba katmak durumundayız elbette! Fakat durgunluğun küresel nitelikte oluşu çok önemli bir benzerliği vurgulamakta yarar var, klasik IMF programlarının başarı şansı kalmadığı ve güvensizlik arttığı için IMF programları yabancı sermaye tarafından desteklenmeyecek, riski azaltmak için son fırsat olarak kullanılacak. Sonuçta IMF ile yapılacak bir anlaşma benzer bir şekilde ekonomideki daralmayı terse çeviremeyecek. Bu durumda sormak gerekiyor ekonominin ihtiyaç duyduğu likidite nasıl verilecek, daralma hangi yaklaşımla kontrol altına alınarak yönetilebilir hale getirilecek? Para basmak zorunda kalır isek tüm politika ve uygulamaların değişmesi gerekmeyecek mi? Mevcut yaklaşımlarla sonuç alınamayacağını görmek için toplumsal akılı kullanmak yerine en kötüyü görmek ve yaşamak mı gerekiyor?..