İletişimi bilen bir bakan, üç başkan...
Avrupa Ekonomi Basını Federasyonu...
Kısa adı EBP...
Geçen hafta İstanbul'daydı.
14-15 Ekim'de yaptıkları toplantılar "iz"
bıraktı.
Kelimenin tam anlamıyla...
EBP toplantılarından size bilgiler
aktaracağım.
Söz verdiğim gibi...
Dünyanın önde gelen medya grupları...
Yayıncılık politikaları...
Stratejileri...
Geçirdikleri dönüşüm...
Hedefleri...
Gelecek haftalarda yazacağım...
Anlatılanları...
Duyduklarımı...
Gözlemlerimi...
Sizlerle paylaşacağım...
Ama bugün bir başka konuya değinmek
istiyorum...
Daha bizden bir şeylere...
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum:
EBP toplantısı bizim için bir başarı oldu.
Bizim derken herkesi katıyorum...
Gazeteniz DÜNYA'yı...
İş dünyasını...
İstanbul'u...
Türkiye'yi...Örneğin The Wall Street Journal...
2007'de satıldı.
5 milyar dolara...
Ünlü medya patronu Rupert Murdoch'a...
O günden bugüne nasıl bir değişim geçirdi?
Nelere öncelik verildi?
Bir zamanlar önemsenen hangi yaklaşımlar
geri plana itildi?
Şimdiki ajandası ne?
Geleceğe nasıl bakıyor?
Hiç mütevazı davranmayacağım...
Avrupa ekonomi basınını İstanbul'da
toplamak başlı başına bir başarıdır.
İstanbul'dan mutlu ayrılmalarını sağlamak
ise ayrı bir başarı...
Yoğun programa...
Birbiri ardına toplantılara...
Hatta yağmura rağmen...
Başardık!
Bu başarıda pay sahipleri belli...
Kurumsal İlişkiler Editörümüz
Didem Eryar Ünlü...
Dış Haberler Servisi Editörümüz
Evrim Küçük...
Halkla İlişkiler Müdürümüz
Nilay Şahinoğlu Doyuran
Yardımcısı Süleyman Samur...
Hepsine sonsuz teşekkürler...
DÜNYA, EBP'nin İstanbul buluşmasında
ev sahibiydi...
Ev sahipliğimiz en iyi şekilde yansıtıldı...
İstanbul'dan ayrılırken bütün katılımcıların
belirttiği buydu.
Bunun için iki kişiye teşekkür borçluyum...
Gentleman Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
ve yazarımız Feyzan E. Top'a...
DÜNYA Şirketler Grubu Başkan Vekili
Erdem Top'a...
Destekleri ve katkıları DÜNYA ekibine güç
kattı...
33 EBP katılımcısı...
İstanbul'dan ayrılırken memnuniyetleri
yüzlerinden okunuyordu.
Ama başka bir şey daha vardı yüzlerine
yansıyan...
Takdir...
Hatta imrenme...
Bunda ise en büyük pay ise dört kişinindi...
Bir bakan...
Üç başkan...
EBP toplantısının öğle yemeğinde konuk
konuşmacı Egemen Bağış'tı.
Avrupa Birliği ile İlişkilerden Sorumlu
Devlet Bakanı...
Baş müzakereci...
Bakanın neler söylediğini zaten aktardık.
Aktarmadığımız EBP üyeleri üzerinde
bıraktığı etkiydi.
Konuşmasıyla... Sorulara verdiği yanıtlarla...,
Dinamik ama sakin...
Politik ama samimi...
Avrupalı gazeteciler Bakan Bağış'ın
performansını bu sözlerle değerlendirdiler.
Aramızdaki en tecrübeli Avrupalı
gazetecilerden biri koluma girdi;
"Bakan beni şaşırttı" dedi...
"Tam bizim Avrupa'da aradığımız tipte...
Konuya direkt giriyor.
Lafı dolandırmıyor.
Ama belki de en önemlisi ‘empati'
yapmasını biliyor.
Avrupa'nın bakışını bu kadar iyi kavramış
olması hepimizi şaşırttı.
Türkiye'nin olduğu kadar Avrupa'nın
perspektifini de iyi yansıttı"
EBP Başkanı Rik de Nolf de aynı fikirdeydi...
Toplantıya katılan Yunanlı gazeteciler de...
"Çok zeki...
Aklımızdaki soruları biz sormadan yanıtladı"
"Doğrusu konuşması provakatifti...
Ama her sözünde haklılık payı vardı...
Özellikle de AB'ye yaptığı ‘adil olun' çağrısı...
Samimiyeti bizi etkiledi" dediler.
Akşam yemeğinin konuk konuşmacısı
Rona Yırcalı idi.
Rona Bey, Les Ottomans'daki yemekte
Avrupa ekonomi basınının karşısına
iki şapka ile çıktı...
Birincisi, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nun
Başkanı...
Türkiye'nin dış ticaretinde özel sektörün
temsilcisi...
İkincisi ise, ICC-WCF'nin Başkanı...
Yani "Dünya Odalar Federasyonu'nun
başındaki kişi olarak...
G-20 üyesi...
OECD üyesi...
BM Güvenlik Konseyi üyesi...
Dünyanın 16'ncı...
Avrupa'nın 6'ncı büyük ekonomisi...
Türkiye'nin yükselişinin resmini çizdi Yırcalı...
Bizzat o yükselişin somut bir ifadesi olan
kendi kariyeriyle...
EBP toplantısının ikinci günü bir panel ile
açıldı. Katılımcılar, TÜSİAD Başkanı Ümit
Boyner, İTO Başkanı Murat Yalçıntaş,
DÜNYA Gazetesi yazarı Prof. Dr. İlter Turan
(Yeri gelmişken, katkıları için hocama da
çok teşekkür ediyorum) ve EurActiv'in
kurucu editörü Christophe Leclecq.
Konu; Avrupa'nın Geleceği ve Türkiye'ydi...
Toplantının moderatörü Zeynep Göğüş ilk
sözü Ümit Boyner'e verdi.
Boyner, TÜSİAD adına küresel bir
bakış sergiledi.
Türkiye'ye ilişkin bilgiler vermekten
geri durmadı...
Ama konuşmasının merkezinde
dünya vardı...
Uygarlık siyaseti küreselleşmeliydi...
Ulusal çıkarlar bir kenara bırakılmalı...
Uluslararası bir yapı geliştirilmeliydi...
Türk iş dünyası güçlü bir AB görmek
istiyordu...
Avrupa Birliği daha etkili rol üstlenmeliydi...
Hem ekonomik, hem sosyal alanda...
İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat
Yalçıntaş, spontane konuştu...
İçinden geldiği gibi...
Kağıttan okumadı...
Anlatılanları tekrarlamadı...
O da dinleyicileriyle empati kurdu...
Egemen Bağış, Rona Yırcalı,
Ümit Boyner gibi...
Akıllardaki sorulara yöneldi...
Saygıyla...
Saygının ne kadar güçlü bir iletişim aracı
haline gelebildiğini göstererek...
İlki, iki yıl önce Yunanlı genç bir kadın
gazetecinin kendisine yönelttiği bir soruydu:
"Neden AB üyeliğini bu kadar çok
istiyorsunuz?"
Yalçıntaş'ın yanıtı Yunan mitolojisindendi...
Anadolulu bir ozandan...
Homeros'tan...
Sevgili ülkesi İthaka'ya dönebilmek için akıl
almaz zorluklarla dolu bir yolculuğa çıkan
Odisseia'nın hikayesini anlattı önce...
Türkiye'nin yolculuğu ile bu destanda
anlatılanlar arasında paralellik kurdu...
O yolculuğun da sonu belli değildi...
Ama önemli olan yolculuğun kendisiydi...
Geliştirici olan İthaka değil,
yolun kendisiydi...
İkinci soru Kıbrıs'la ilgiliydi...
"Kıbrıs sorununun çözümü için ne
düşündüğü" sorulmuştu.
Yalçıntaş'ın yanıtı yine mitolojidendi...
Yeni bir lider arayışında olan Friglere bir
kahin tarafından şehre öküz arabası ile giren
ilk adamı kral ilan etmeleri söylenir. Bu kişi,
kağnısıyla kente giren, daha sonra Midas'ın
babası olacak yoksul bir köylü Gordios'tur.
Gordios, kahinin tavsiyesine uyularak kral
ilan edilir. Kral ilan edilen Gordios öküz
arabasını Frig Tanrısı Sabazios için tapınağa
adar. Araba kızılcık dallarından bir düğümle
tapınağa bağlanır. Ve bu düğümü çözecek
kişinin Asya'nın hakimi olacağı söylentisi ile
ünlenir. Büyük İskender Gordion'a
geldiğinde (M.Ö. 334'te) düğümü çözmeye
çalışır ama başaramaz. Sabrı tükenince de,
öfkeyle kılıcını çekip düğümü keser.
İskender gerçekten de Pers
İmparatorluğu'nun fethine girişerek
Asya'nın hakimi olma yolunu açar...
Yalçıntaş'ın yanıtı EBP toplantısındaki
Yunanlı gazetecileri ne kadar tatmin etti
bilmiyorum...
Ama önyargısız yaklaşımı, aradaki iletişimi
güçlendirdi.
Ben EBP toplantısına katılan Bakan Bağış ve
üç başkanın yaklaşımının yarattığı pozitif
etkiyi yakından gözlemledim...
İyiye iyi...
Kötüye kötü demek lazım...
‘New Yorker' tavrı...
BAKAN EGEMEN BAĞIŞ toplantıdan ayrıldıktan
sonra Wall Street Journal Europe'un
yöneticisi ilginç bir yorumda bulundu:
"Bakan tam bir New Yorklu gibiydi..."
"Evet" dedim "İngilizcesi çok iyi..."
"Hayır, hayır" dedi "Onu kastetmedim. Evet,
İngilizcesi iyi eğitimli bir Amerikalı'dan
farksızdı. Ama benim demek istedim o
değil..."
"Ne demek istiyorsun" dedim.
"Biz de New Yorklu duruşu diye bir ifade vardır.
Kendine güvenli ve mücadeleci bir karakteri
ifade eder.
Bakan Bağış'ta da o havayı sezdim.
Kendisini ifade ediş tarzı, New Yorklu'ydu.
Düşüncelerini, taviz vermeden ama soğukkanlı
bir üslupla savundu.
Hayata pozitif baktığı ortada.
Onu hemen anlıyorsun...
Ama belli ki, mücadele onun doğasında var.
Zorluklara teslim olacak birisi değil.
Sorulara verdiği yanıtlarda da, “Mazeret
üretmeyelim, proje üretelim" mesajı verdi.
Bu da farklı bir politikacı olduğunu gösteriyor"
dedi.
Yanlış anlaşılmasın...
Bakan Bağış'ın tepeden bakan bir tavrı mı
vardı?
Hayır...
Aksine...
Masada pek çok konu gündeme geldi...
Avrupa'da giderek güçlenen İslam fobisi...
Başörtüsü...
Türkiye'de İslam anlayışı...
El Kaide'nin İslam'a bakışı...
Yanıtlarına girmeyeceğim...
Ama hepsinin samimi olduğunu hissettik.
Duygularını aklın ve mantığın kalıbına sokmayı
başarmış, modern bir siyasetçi görünümü çizdi.
Belki de onun için Avrupalı gazetecilerle iyi bir
diyalog kurma imkanı buldu...
Çok daha kalıcı bir iletişim...