İleride IMF'ye başvurmak zorunda kalmamak daha önemli

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU [email protected]

 

IMF'ye dün itibariyle borcumuz kalmadı. Avrupa'nın sorunlu ülkeleri borç üzerine borç alırken hoş bir gelişme. Şüphesiz daha önemli olan şu: IMF'den bir daha borçlanmamıza yol açmayacak duruma getirdik mi ekonomimizi?
2001 krizi öncesi ile karşılaştırılmayacak denli sağlam bir bankacılık sektörümüz var. Küresel krizde çok daha ağır hasara uğrayabilirdi ekonomimiz; sağlam bankacılık sektörümüz sayesinde böyle bir tehlikeyi atlattık. Sektörü düzenleme ve denetlemeden sorumlu kurumlarımız finansal istikrar konusunda oldukça duyarlılar. Bu duyarlılık devam ettiği sürece, IMF'den ileride borç almamıza yol açacak temel nedenlerden biri hayatımızda olmayacak.
Disiplinli bir maliye politikamız var: Kamu borcunun milli gelire oranı oldukça düşük. Kamu borcunun çok önemli bir kısmı kendi bastığımız para cinsinden ve vadesi uzun. Borçlanma faizimiz ise düşük. Bu açıdan da ileride IMF'ye başvurmamıza yol açacak temel nedenlerden biri şu anda mevcut değil. Bu disiplini sürdürdüğümüz sürece ileride de var olmayacak. Yine de iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor: Birincisi, maliye politikasında disiplinin nasıl sağlandığı çok önemli. Bundan sonra, başımız sıkıştıkça, dolaylı vergileri artırmak ya da kamunun ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlarını sıçratmak zorunda kalmamalıyız. İkincisi, vergi gelirlerimizin gayri safi yurtiçi hasılaya oranı düşük. Bunu artırmamız gerekiyor.
2001'de yapılan yasal değişiklik ile Merkez Bankası'nın para basarak kamu açıklarını finanse etmesi yasaklandı. Ayrıca, istediği para politikası araçlarını istediği gibi kullanabiliyor artık. Dolayısıyla, mevcut yasal yapı değişmedikçe, Merkez Bankası'nı kullanarak popülist uygulamalara gitmek, 2001 öncesinde olduğu kadar kolay değil. Bu yasal yapı sürdürülürse ve daha önemlisi, yasa değişikliğinin nedeni siyasilerce daha iyi özümsenirse, geçmişte IMF'ye başvurmamıza yol açan temel nedenlerden biri daha bizimle birlikte hiç olmayacak.      
Yine de bazı önemli kırılganlıklarımızı görmemiz gerekir. Birincisi, şirketler kesiminin döviz cinsinden toplam borcu, döviz cinsinden toplam alacağına kıyasal oldukça fazla. Üstelik aradaki fark son yıllarda giderek artıyor. Bu olgu, şirketler kesimini ve dolayısıyla tüm ekonomimizi uluslararası risk alma iştahındaki ani değişikliklere çok duyarlı hale getiriyor. Mesela 2009'da ekonomimizin yüzde 4,8 oranında küçülmesinin temel nedenlerinden biri buydu. Salt bu kırılganlık nedeniyle, IMF'ye yeniden borçlanmamız gerekmiyor elbette. Ama ekonomimizin bu özelliğini hep aklımızda tutmamız gerekiyor. Üstelik bu özellik nedeniyle paramızın reel olarak değer kaybetmesi ekonomimiz açısından olumlu sonuçlar doğurmuyor. Temelde bu yüzden, Merkez Bankası reel kuru dengede tutmak ve bu denge etrafında fazla oynatmamak istiyor. Ancak bu politikanın önemli bir yan etkisi var: Döviz kurunun alacağı değeri (dış piyasalarda karıklık yoksa) belirginleştiriyor ve döviz cinsinden borçlanmayı özendiriyor. Yani, temel sorunun (yüksek döviz borcu) dayattığı politika (daha belirli kur) temel sorunu ağırlaştırma potansiyeli taşıyor. İkinci kırılganlığımız, birinci ile çok yakından ilgili. Toplam tasarruf oranımız oldukça düşük bir düzeyde ve son yıllarda giderek düşüyor. Bu olgu da tüm ekonomimizi uluslararası risk alma iştahındaki ani değişikliklere çok duyarlı hale getiren temel bir başka neden.
Bir de 1980 öncesini anımsatan iki gözlemden söz etmem gerekiyor. Birincisi, şu anda mevduat ve tahvil faizlerinin çoğu enflasyonun altında. Bu, tasarruf oranı düşük olan ve bastığı para başka ülkeler tarafından kullanılmayan bir ülke için iyi değil. Sürdürülürse başımıza yeni dertler açma potansiyeli var. İkinci gözlem, biraz farklı ama her birimiz için çok önemli bir alandan: Yaşamsal öneme sahip bazı ilaçların piyasada bulunmadığı haberlerini son zamanlarda sıkça duyuyoruz. Demek ki fiyat mekanizması düzgün çalışmıyor. Elbette illa piyasada belirlenmesi gerekmiyor ilaç fiyatlarının. Ama sonuçta bir mekanizma sonucunda belirleniyor ve belli ki o mekanizma iyi işlemiyor. Bu durumda 1980 öncesinden biliyoruz ki, miktar kısıtlamaları devreye girer. Türkçesi şu: O mala ihtiyacı olanların ve bedelini ödemeye razı olanların önemli bir kısmı o mala ulaşamaz. Fiyat mekanizmasını, 'hamili kart yakınımdır' ya da 'önce kuyruğa giren satın alır' türü tayınlama mekanizmalarına yol açmadan çalıştırabilmek gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018