İktisat politikası aracı olarak faiz

Taner BERKSOY
Taner BERKSOY EKONOMİ DÜNYASI [email protected]

Faiz çok yönlü, çok etkili bir iktisadi değişkendir. Bu denli fazla işleve sahip olması faizi kıskançlık yaratacak bir cazibeyle donatır. Bu cazibe herkese bir yanından faize bulaşma hevesi aşılar. Bu biçimde aşılanmış olanların başında da ekonomiyi yöneten siyasetçiler gelir. Nerede, hangi coğrafyada olduğuna bakmaksızın tüm politikacılar faizi belirleme konusunda aşırı istek sergilerler. Politikacının bu istekte birden fazla niyeti olabilir. Ama temel içgüdü ekonominin yönetilmesi ve bu bağlamda birilerine bir katkı sağlanmasıdır. Politikacı bu çerçevede faizi de kendi istekleri doğrultusunda kullanmak ister.

Oysa insanoğlunun geldiği noktada faizin politika aracı olarak kullanılması münhasıran para otoritelerine, yani merkez bankalarına bırakılmıştır. Ekonominin, özellikle de para alanının tüm bilgisine ve verilerine sahip olduğu varsayılan merkez bankalarının faizin belirlenmesi ve hareketleri üzerinde tek otorite olması öngörülmektedir. Bugünün dünyasında genel olarak kabul edilen formasyon budur.

Siyasetten bütünüyle kopuk, kendi kafasına göre takılan bir merkez bankasının ekonomi açısından ideal olduğu anlamına gelmez bu. Zaten pratikte de durum böyle değildir. Merkez bankalarına temel iktisadi tercihler ve hedefler siyasi otorite tarafından verilir. Bu noktalara nasıl varılacağına, hangi araçların ne ölçüde kullanılacağına karar veren ise merkez bankasıdır. Bunlardan bir sapma olduğu takdirde merkez bankası siyasi otoriteye hesap verir. Bu çerçeve merkez bankalarının bağımsızlığını belirler.

Bazı durumlarda siyasi otoritenin faizi kendi tercih ettiği düzeyde belirlemesi kabul görür. Bu noktadan itibaren faiz teknik bir araç olmaktan çıkar, siyasi-ideolojik bir tercih ürünü haline gelir. Bu eğilim sanılandan daha yoğundur. Hemen her toplum sıkışık olduğu bir noktada bu yolu dener. Bizde de böyle girişimler revaçtadır.

Aslında yakın zamana kadar Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın bağımsızlığından söz etmek zaten mümkün değildi. Bağımsızlığın olmaması siyasi otoritenin bankanın kaynaklarını kullanabileceği, bankanın kararlarında etkili olabileceği anlamına gelir. Bu durumda siyasetçi faiz oranını genel politika seçişlerinin bir aracı olarak kullanır.

1994 krizi bu tür kullanımlara tipik bir örnek olarak düşünülebilir. Kısa bir özet olarak, 1994 krizi temel göstergeleri zaten bozuk olan bir ekonomide faizi müdahale ile düşürmeye çalışmanın ateşlediği bir kriz olarak tanımlanabilir. 1993’ün ikinci yarısında piyasalarda, kamu alanında, dış ekonomik ilişkilerde ve para piyasalarında gittikçe güçlenen dengesizlikler ortaya çıktı. Siyasi iktidar enflasyonun hızlanmasını ve kamu borcunun yükselmesini önde gelen sorunlar olarak tanımladı. Bunlarla başa çıkabilmek için faiz oranlarını düşürmeye karar verdi. Bir süredir yükselme eğilimine girmiş olan faizin ve artan faiz- döviz arbitrajının kontrol altına alınmasını sağlamak için de faizin düşürülmesi uygun bir çözüm olarak benimsendi.

Sonuçta siyasi otorite biraz da popülizm kokan bir söylemle "tüyü bitmemiş yetimin kimseye hakkını yedirmem” diyerek bir faiz düşürme operasyonu başlattı. Hazine vadesi gelen borç itfasını yaptı ancak her zaman olduğu gibi itfa ettiği tutarı yeniden borçlanarak geriye çekmedi. Böylece itfaya konu olan likidite piyasada kaldı. Bu operasyon birkaç kez tekrarlandı.

Artan likiditenin faizi aşağıya çekmesi umuluyordu. Merkez Bankası kaynakları kullanılarak hayata geçirilen bu uygulamada ortaya çıkan fazla likiditenin borsaya yöneleceği ve dengesizlikler üzerinde ek bir baskı yaratmayacağı öngörülmüştü. Siyasi otoritenin bu öngörüsü gerçeğe dönüşmedi. Kısa bir aralıktan sonra fazla likidite döviz talebine dönüştü. Döviz kuru üzerinde baskı oluştu. 1994 birinci çeyreğinin sonunda Türk Lirası dolar karşısında yüzde 70 oranında değer kaybetti. Gecelik faizler birden yüzde 700 gibi bir düzeye fırladı. Ekonomi yüzde 6 civarında küçüldü.

5 Nisan’da “istikrar önlemleri” açıklanmış olmasına rağmen iç borçlanma piyasası ancak Mayıs sonunda ve çok yüksek faiz teklifi ile çalıştırılabilir hale getirildi. Kasım 1993’te yüzde 90’lık teklifle borçlanma kabul edilmezken beş ay sonra Hazine yüzde 400 faizle borçlanmak zorunda kaldı. Böylece, bir faiz indirme operasyonu daha hüsranla sonuçlanmış oldu.

1994 krizi bu sonuca ulaşan bir çok örnekten bir tanesidir. Ama öğreticilik dozu yüksektir. Faizin iktisat politikası aracı olmanın dışında bir niyetle düşürülmeye çalışılmasının sonuçta ekonomiyi derin bir krize sürükleyeceğini olabilecek en açık biçimde gösterir 1994 krizi. Bunu dikkate almakta yarar vardır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomi kıskaçta 20 Aralık 2018
Normalleşme mi? 06 Aralık 2018
Kur’u temizleme 25 Ekim 2018
Yeni bir durgunluk mu? 18 Ekim 2018
Zaman mı kazanıyoruz 11 Ekim 2018
Tedbir gerekirdi 04 Ekim 2018
2019 yılı kritik 13 Eylül 2018
Adını koymadan 06 Eylül 2018