İklim
Siyaset ve ekonomideki iklim bozukluğunun sera gazı, küresel ısınma gibi sorunlarla ilgisi yok. Ama, sera gazı, küresel ısınma gibi sorunların siyasetle doğrudan ilgisi var. Sorun, 1992 yılından itibaren dünya gündemini meşgul ediyor.
Önce 141 ülkenin imzaladığı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS), ardından 1998 yılında 55 ülkenin imza koyduğu Kyoto Protokolü Türkiye'yi de sorunun tarafı haline getirmiş bulunuyor.
Şöyle getiriyor: Türkiye 1991 yılında İDÇS'yi imzalayan ülkeler arasında. Ama, 2005 yılında Rusya'nın da katılmasıyla yürürlüğe giren Kyoto Protokolü'nün henüz dışında.
Henüz dışında, çünkü "insan kaynaklı sera gazları salımının iklim üzerindeki bozucu etkilerini azaltmak" amaçlı İDÇS'ye katılmak Türkiye'ye herhangi bir külfet yüklemiyor.
Kyoto Protokolü ise işin uygulama süreçleriyle ilgili ve imzaladığı andan itibaren diğer taraf ülkeler gibi Türkiye de protokolün öngördüğü tedbir ve yapısal dönüşümleri taahhüt ve gerçekleştirmekle yükümlü olacak.
Ekonomi mi çevre mi?
Yapısal dönüşüm, özellikle ekonominin "sanayi dokusunu" değiştirmek anlamına geliyor. Dönüşümün ince hesaplarla tahmin edilmiş bir maliyeti yok. Fakat, Türkiye'nin kolay kaldıracağı bir maliyet olmayacağı kesin. Şimdiye kadar devleti ve hükümeti frenleyen olgulardan birisi bu.
Diğeri ise ekonomik büyüme veya kalkınma kavramlarıyla çevre kavramı arasındaki çelişki iddiası. Kyoto Protokolü'ne karşı "felsefî" ve "siyasi" itirazlar, esas olarak bu iddiaya dayanıyor. Yani, iklim korunursa ekonomi büyümez!
Bu tezin kurucusu ABD, protokolü halen imzalamış değil. Türkiye'nin aynı tezi benimseyerek siyasi duruşunu buna göre ayarladığı söyleniyor. Siyasi düzeyde açık bir kanıt yok. Olsaydı, AKP hükümeti onay tasarısını TBMM'ye sevketmezdi.
Öyle ya, iklim koruma ekonomik büyümeyi önleyecek idiyse Kyoto hevesi neden? Demek ki AKP hükümetinin böyle bir kaygısı yok. Veya bugüne kadar vardı da, şimdi ne olduysa görüş değiştirdi.
Tezler çarpışıyor
Ekonomi mi, çevre mi tartışması iş dünyasında da "tezlerin çarpışmasına" dönüşmüş bulunuyor. İş dünyasındaki keskin fark, Kyoto konusu TBMM'de onay aşamasına gelinceye kadar kamuoyunda pek hissedilmiyordu.
Ekonominin iki büyük "kanaat" ve "baskı" kuruluşu Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ile Türk Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) konuya yaklaşımları şimdiye kadar teknik düzeyde süren bu farkı ortaya çıkardı.
TİSK, Türkiye'nin Kyoto'ya taraf olmasına "sanayileşme ivmesini azaltacağı, kalkınma hızını düşüreceği" gibi son derece önemli bir görüşle karşı çıkıyor. TÜSİAD ise Türkiye'nin Kyoto müzakere sürecine aktif katılabilmesi; şartlarını, çekincelerini savunabilmesi için protokolü imzalamasını istiyor.
Hükümet çizgisindeki bu yaklaşımını ayrıca Avrupa Birliği sürecine de dayandıran TÜSİAD, öyle görünüyor ki, Kyoto'nun başta sanayi olmak üzere orta ve uzun vadede ekonomiye getireceği külfeti en azından şimdilik fazla önemsemiyor!