İklim mültecileri
Bu başlığı ABD’li iktisatçı J. Sachs, 2 Ağustos 2018’de Project Syndicate web sitesindeki yazısında kullandı. J. Sachs küresel iklim değişikliği üzerinde yazdığı bu makale de somut örneklerle geldiğimiz vahim durumu anlatıyor.
Ben de bu yazıyı kullanıp üzerine birkaç küçük not düşmek istiyorum. İnsanlar Holosen olarak adlandırdığımız tek iklim çağında doğdu ve yaptıkları ile bu çağı artık Antroposen’e taşıdı. Holosen, 10,000 yıldan daha uzun bir süre önce başlamış olan insan uygarlığını destekleyen uygun iklim koşullarına sahip jeolojik çağdı. Antroposen, insanlığın daha önce hiç yaşamadığı çevresel koşullara sahip yeni bir jeolojik dönem olacak. Dünya'nın sıcaklığı, insanlığın atmosfere kömür, petrol ve gaz yakarak yaydığı karbondioksit düzeyi, dünya ormanlarını ve otlaklarını çiftliklere ve meralara ayırmaksızın Holosen'den daha yüksek. Bu yeni çağ şimdiye değin yaşamadığımız kadar tehlikeli. Tehlikeyi yaratanların öncüleri ise, bilim insanları, politikacılar ve sermaye sınıfı.
Nedir yarattıkları, çevre kirliliği ve iklim değişimi. Bundan 20-30 yıl önce iklim değişikliğinden söz edildiğinde bazı bilim adımlarının fütürist görüşleri olarak algılanıyordu. Şimdi dünyanın hemen her yerinde yangınlar, seller, aşırı sıcaklar görülmeye başlandı, yani gelecek geldi.
Buraya nasıl ulaştık?
- Ekonomiler aşırı büyüdü, sanayi devrimi sonrası dünya kaynakları (ormanlar, topraklar) hızla tüketilmeye başlandı,
- Petrol ve doğalgaz kullanımı dünya da ikliminin değişmesine neden oldu,
- Çarpık kentleşme iklimi değiştirdiği gibi doğanın felakete dönüşmesine neden oldu. Son elli yılda gelişmekte olan ülkelerin sermaye sınıfının ve politikacıların rant tutkusu kentleri büyüttü.
Dünyanın 35 mega kentinin 31’i gelişmekte olan ülkelerde (birisi de İstanbul)
İnsanlar yeni ortamda acı çekiyor ve ölüyor, iklim değişimi yüzünden yaşadıkları yerleri terk edip, mülteci haline geliyorlar.
Hatırlayalım, Maria Kasırgası, geçtiğimiz Eylül ayında Porto Riko'da 4000'den fazla insanın canını aldı. Yüksek yoğunluklu kasırgalar daha sık hale geliyor ve büyük fırtınalar okyanusların ısınan sularından daha fazla ısı transferi, sıcak havadaki daha fazla nem ve deniz seviyesindeki yükseliş nedeniyle daha fazla sele neden oluyor.
Geçtiğimiz ay, Atina'nın banliyölerinde, kuraklık ve yüksek sıcaklıkların etkisiyle yıkıcı bir orman yangınında 90'dan fazla kişi yaşamını kaybetti. Büyük orman yangınları benzer şekilde bu yaz Kaliforniya , İsveç , İngiltere ve Avustralya da dahil olmak üzere diğer sıcak ve yeni kuru bölgelerde görüldü. Geçen yıl Portekiz harap oldu. Bu yaz dünya çapında birçok rekor yüksek sıcaklığa ulaşıldı.
Bu olumsuz tabloya gelirken elbette hiçbir şey yapılmadı diyemeyiz.
1972'den bu yana çözümler tartışılıyor
1972'de hükümetler artan çevresel tehditleri ele almak için Stockholm'de toplandı. Konferansa öncülük eden Roma Kulübü, “sürdürülebilir” bir büyüme yörüngesini ve çevresel aşırıya kaçma risklerini ilk kez ortaya koyan The Limits to Growth'u (Büyümenin Sınırları) yayınladı. Yirmi yıl sonra, Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerin “sürdürülebilir kalkınma” kavramını benimsemesine ve insan kaynaklı küresel ısınmayı durdurmak için üç önemli çevre anlaşmasının imzalanmasına karar verildi.
Birleşmiş Milletler üye ülkelerinin toplandığı Rio de Janeiro'da uyarı işaretleri artırıldı ve bitki çeşitliliği ve arazi bozulmasını ve çölleşmeyi durdurun çağrısı yapıldı.
ABD Senatosu iklim ve çölleşme anlaşmalarını onayladı, ancak bunları uygulamak için hiçbir şey yapmadı. Hatta, biyolojik çeşitliliği korumak için anlaşmayı onaylamayı bile reddetti; çünkü, kısmen, Cumhuriyetçiler, toprak sahiplerinin, kendi mülkleriyle istedikleri şeyi uluslararası müdahale olmaksızın yapma hakkına sahip olmalarında ısrar ettiler. Nihayetinde Trump, 2015 yılında imzalanan Paris İklim Anlaşmasından çekildi.
Paris anlaşmasına göre dünyanın 2050 yılına kadar kömürden, petrolden ve doğalgazdan yenilenebilir enerjiye ve ormansızlaşmadan ağaçlandırma ve restorasyona doğru kayması gerekiyor.
Dev şirketler tehlikeleri görmezden geliyor
Çaba var mı? Çok az. İnsanlık neden böyle bir trajediye doğru dümdüz ilerlemeye devam ediyor?
Sachs buna şu yanıt veriyor: “Bunun başlıca nedeni, siyasi kurumlarımızın ve dev şirketlerin, artan tehlikeleri ve zararı görmezden gelmesidir. Büyük bir şirketi yönetmek, gerçekleri anlatmak ya da gezegenlere büyük zarar vermekten kaçınmak değil, hissedar değerini maksimize etmekle ilgilidir. Kâr arayan yatırımcılar büyük medyaya sahip olurlar, ya da en azından reklam alımlarından etkilenirler. Böylelikle, küçük ama çok güçlü bir grup, fosil yakıt tabanlı enerji sistemini, bugün ve gelecekte insanlığın geri kalanına doğru giderek artan bir biçimde korunması sağlayabilir”.
Açık bir küresel hedefle başlayan yeni bir politikaya ihtiyacımız var: gezegenimizin, halkının çevre güvenliği için, Paris iklim anlaşmasını yerine getirerek, biyoçeşitliliği koruyarak ve her yıl milyonlarca canlıyı öldüren kirliliği azaltmak zorundayız. Yeni siyaset, kendine çalışan iş insanlarını ve narsisist politikacıları değil, bilim ve teknolojik uzmanlarını dinlemeli. İklim bilimciler yükselen tehlikeleri ölçmemizi sağlıyor. Mühendisler bize, hızlı geçişi 2050 yılına kadar sıfır karbon enerjisine nasıl dönüştüreceklerini anlatıyorlar. Ekolojistler ve tarım mühendisleri, ormansızlaşmayı sona erdirirken ve daha önce bozulmuş araziyi geri getirirken daha az arazi üzerinde daha fazla ve daha iyi mahsulün nasıl yetiştirileceğini gösteriyorlar.
Böyle bir siyaset mümkün mü. Diğer ülkeler için belki. Türkiye için biraz zor, çünkü çevreci olmak bu ülkede suç. Ancak unutmayalım, doğa da çevreye karşı duranları uyarmaya devam ediyor. Ordu, Rize, İstanbul, zavallı büyük köy Ankara, son 25 yılın belediyecilik anlayışının çevre kurbanlarının en yakın örnekleri.