İklim çelişkisi: Kâr mı halk sağlığı mı?
2024’te 10 yaşında olan bir çocuk, 1970’lerde aynı yaşta olan bir çocuğa göre üç kat daha fazla sel, beş kat daha fazla kuraklık ve tam 36 kat daha fazla sıcak hava dalgasına maruz kalacak.
Bu durum buzdağının görünen yüzü, ama asıl buzdağı, halk sağlığının giderek derinleşen yaraları. Bu kriz, yalnızca doğanın dengesini bozmuyor; aynı zamanda toplumsal sağlığımızı da etkiliyor. Özellikle çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar üzerindeki sonuçlar kritik. Ekolojik tahribat, toplumların direncini kırarak halk sağlığına da sirayet ediyor.
Küresel sağlık tehlikesi
Son beş yılın sıcaklık artışları, özellikle yaşlı nüfus için küresel ölüm oranlarını korkutucu boyutlara taşıdı. 65 yaş üstü bireylerde, 2000-2004 yılları ile karşılaştırıldığında, sıcaklık kaynaklı ölümler yüzde 85 oranında artmış durumda. Ekvador gibi iklim krizinin en sert hissedildiği ülkelerde, bu oran yüzde 1245 gibi yüksek seviyelere ulaşıyor.
Bu veriler iklim değişikliği kaynaklı sağlık risklerinin, farklı coğrafyalara yayılması adına da önemli bir referans. Öte yandan, fosil yakıt kullanımının azaltıldığı bölgelerde hava kirliliğine bağlı ölümler giderek azalıyor. 2005 yılından bu yana fosil yakıt kaynaklı ölümler yüzde 17,7 oranında azalmış ve bu düşüşün yüzde 80’i kömür kullanımının azalmasından kaynaklanmış. Demek ki değişim mümkün. Bu adımlar elbette umut verici, ancak yeterli mi?
Küresel sağlık sistemleri sınanmaya devam edecek
Bir de işin vektör boyutu var. Bu sıradan bir terim değil; böceklerin, sineklerin, kenelerin taşıdığı ölümcül hastalıkları ifade ediyor. Sıcaklık artışı ve yağış düzenlerinin değişmesiyle, bu ölümcül mikropları taşıyan vektörler daha önce var olmadıkları bölgelere göç ediyor. Batı Nil virüsü, dang humması, Zika…
Liste uzun ve tehlikeli. Dünya Sağlık Örgütü, dang humması riskinin artık dünya nüfusunun yarısını tehdit ettiğini söylüyor. Kışları ılıman geçen bölgelerde bile sineklerin ürediğini görmek, bu tehdidin artık kapımızda olduğunu gösteriyor. Sineklerin taşıdığı bu hastalıklar sadece yayılmakla kalmıyor, aynı zamanda kuluçka süresi kısaldığı için daha hızlı bulaşıyor.
Küresel bir çözüm beklerken uluslararası kuruluşların (Dünya Bankası, IMF, OECD) ekonomik etkileri ölçmeye yönelik modeller geliştirdiğini görüyoruz. Fakat özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu modeller yalnızca kriz sonrası hesaplanabiliyor, bu da sağlık sistemlerini güçlendirmek yerine her seferinde daha fazla yara almasına neden oluyor.
Koruyucu sağlık programlarına yatırım yapmak, büyük maliyetleri önleyebilirken, dünya liderleri ve hükümetler önleyici sağlık politikalarına yeterli bütçeyi ayırmakta tereddüt ediyor. Sorumluluk, yalnızca bilim insanlarına veya çevre aktivistlerine yüklenemez. Siyasi karar alıcıların iklim ve sağlık politikalarını birleştirerek halk sağlığı programlarına yatırım yapmaları artık elzem. Bugün koruyucu sağlık hizmetlerine yatırımlar yapılmazsa, yarın çok daha büyük maliyetlerle karşılaşacağız.
Halk sağlığı mı ekonomik çıkarlar mı?
İklim değişikliği yalnızca çevresel bir sorun değil, insan sağlığını direkt etkileyen, toplumların direncini kıran karmaşık bir kriz. Bu tablo da insanlık için çalan bir alarm. İklim kriziyle halk sağlığı arasındaki bu yakın ilişki, gelecekte karşı karşıya kalacağımız sağlık tehditlerinin bir öngörüsü ve mini bir gelecek projeksiyonu. İklim krizi küresel bir sağlık tehdidi olarak büyürken, hükümetler ve uluslararası kurumlar sadece ekonomik kayıpları hesaplayarak günü kurtarmaya çalışıyor. Halk sağlığı ise bu planların satır aralarında kalıyor. İklim kriziyle yüzleşmek yerine onu ‘yönetmeye’ çalışmak, sağlığımız pahasına kurulan bir sistemin acımasızlığını gösteriyor. Sormamız gereken soru şu: İnsan hayatı mı değerli, yoksa sürdürülebilirlik adı altında kâra dayalı küresel sağlık sistemlerimiz mi?