İkinci yarı ilk yarıdan daha mı iyi olacak?
Haziran ayı sanayi üretim verileri dün açıklandı. Kapasite kullanım oranı (KKO) verisi ise biraz daha güncel; temmuz ayına ait değerleri biliyoruz. Grafikte, KKO ve sanayi üretiminin üçer aylık ortalama değerlerinden elde edilen yıllık artış oranlarının Mart 2008’den bu yana hareketleri var.
Birkaç nokta dikkat çekici: Birincisi, açık biçimde iki seri birlikte hareket ediyorlar. İkincisi, 2011’in başından itibaren artış oranları baş aşağıya gitmeye başlıyor. Bu eğilim 2012 sonlarında sona eriyor. Üçüncüsü, 2012 sonlarından itibaren yükselme eğilimi gözleniyor ancak çok belirgin değil.
Sadece çeyrekleri dikkate alarak sanayi üretimi için birkaç da rakam vereyim: 2011’in ilk çeyreğinde yüzde 14.9 olan yıllık sanayi üretimi artış oranı, 2012’nin son çeyreğinde yüzde 0.9’a kadar düştü. Bu dönemde, her çeyrekteki yıllık üretim artış oranı bir önceki çeyrekten daha düşük oldu. 2013’ün ilk çeyreğindeki yıllık artış oranı yüzde 1.3, ikinci çeyrekteki ise yüzde 3.2. Böylelikle, bu yılın ilk yarısının, geçen yılın son yarısına kıyasla daha iyi geçtiği ortaya çıkıyor.
İthalat ile üretim ve daha genel olarak milli gelir arasında yakın bir ilişki olduğunu geçmiş verilerden biliyoruz. Bu ilişki son dönemde de kopmadı. Yukarıda sanayi üretim ve KKO için sözünü ettiğim eğilim, altın ve enerji dışı ithalatta da gözlendi: Geçen yıl, bir yıl öncesine göre, altın ve enerji dışı ithalatımız azalmıştı: Yüzde 6.5. Oysa bu yılın ilk altı ayında yüzde 6.1 oranında artış var.
Soru şu: Üretimin artış oranında ve daha genel olarak büyüme oranında gözlenen bu sınırlı artış eğilimi, yılın ikinci yarısında sınırlı olmaktan çıkıp, daha tatmin edici bir düzeye yükselir mi? Olumlu yanıt vermek zor. İkinci yarının büyüme açısından olumlu geçmeyeceğini düşündüren önemli nedenler var. Son aylarda uluslararası finansal piyasalarda ortaya çıkan ve yükselen piyasa ekonomilerini olumsuz etkileyen gerginlik nedeniyle risk alma iştahı azaldı. Sonucunda, faizler yükseldi ve lira belirgin biçimde değer kaybetti. Bazı haftalarda, bizim gibi ülkelere gelen sermaye çıkan sermayenin altına düştü; net sermaye çıkışları yaşandı.
Hem geçen yılın son çeyreği hem de bu yılın ilk çeyreğinde özel yatırım harcamaları keskin biçimde azalmıştı. Finansal piyasalardaki gerginlik ve ona bağlı olarak ortaya çıkan gelişmeler yatırım iştahını törpüleyici bir ortam yaratıyor. Türkiye’nin yurtdışına olan yükümlülükleri, yurtdışından alacaklarını önemli miktarda aşıyor. Merkez Bankası’nın uluslararası net yatırım pozisyonu verilerine ve bu verileri değerlendirdiği son raporuna göre, 2012 yılı sonu itibariyle Türkiye’nin durumu G-20 ülkeleri içindeki gelişmekte olan ülkeler arasında en kötüsü. Bizim yükümlülüklerimiz ile alacaklarımız arasındaki fark milli gelirimizin yüzde 53’ü iken, bize en yakın olan ülke Meksika’nınki yüzde 42. Üstelik mayıs ayı itibariyle (nisana göre azalmakla birlikte) bu fark daha da yükselmiş vaziyette. Dahası, bu farkın yüzde 70’i şirketler kesiminden kaynaklanıyor. Son aylardaki kur artışı, bu durumda şirketler kesiminin bilançosunu kötüleştiren bir gelişme. Hem bu unsur hem de daha az borçlanma olanağı, ikinci yarıda daha fazla yatırım yapılması yoluyla bir toparlanma gerçekleşmesinin çok zor olduğunu ima ediyor.
İhracat kanalından da büyümeye ek bir katkı gelmesi zor görünüyor. Altın dışı ihracat performansımızda 2012’ye kıyasla oldukça kısıtlı bir iyileşme var. Bir değişiklik beklemek için bir neden yok. İlk yarıdaki sınırlı toparlanma, özel tüketim ve kamu harcamalarındaki artışla gerçekleşmişti. Mevcut ortamın özel tüketim harcamalarının daha da artmasını özendirecek bir ortam olmadığı ortada. Geriye sadece kamu harcamaları kalıyor. Onun nasıl şekilleneceği için bir yorum yapmak zor; ama salt kamu harcamalarına dayanılarak da sürdürülebilir bir büyüme elde etmek mümkün değil. Kısacası, ikinci yarıda büyümede bir ivmelenme beklememek gerekiyor.
Grafik 1. Kapasite kullanım oranı (KKO) ve sanayi üretimi: Mart 2008-Temmuz 2013 (üçer aylık ortalamaların yıllık % değişimleri).