İkinci Trump döneminde bizi bekliyor?

Ümit ÖZLALE
Ümit ÖZLALE [email protected]

Yeni Trump dönemi 20 Ocak’ta, yani tam iki ay sonra baş­layacak. Eskisine göre daha güçlü ve tecrübeli geliyor. Peki nasıl bir dö­nem bizi ve dünya ekonomisini bekli­yor?

İlk önce Trump’ın ka­rakterinden bahset­mek gerekir. Daha ön­ce de başkanlık yaptığı için elimizde bazı ipuç­ları var. Şu düşünceye kapılmamak lazım: Kol­tuk her başkanı mües­ses nizamın istediği gi­bi yönlendirir. Bu Trump için geçerli değil! Trump, geçmiş dönemde, “es­tablishment” dediğimiz ve müesses nizam ola­rak çevireceğimiz gücün karşısında olan ve savaş­maktan çekinmeyen bir lider profili çizmişti.

Ge­çen başkanlık dönemin­de senato ve temsilci­ler meclisinde çoğunluk kendisinde olmamasına rağmen ABD’nin kurum­larına karşı açıkça savaş başlatmıştı. Şimdi bütün güçler elinde ve daha ag­resif bir politika izleye­ceğinin sinyalini verdi. Kabinesi kendisinden bi­le istekli bu konuda! FED Başkanı Powell’ın “be­nim istifamı isterse istifa etmem” diye bir açıkla­ma yapması ileride şahit olacağımız gerginliklerin başlangıcı…

Trump popülist bir li­der. Düşük faiz, yüksek istihdam isteyen, finan­sal gruplara meydan oku­yabilen bir karakter. Yar­dımcısı J.D. Vance ve Elon Musk da öyle. Bir sonraki olası başkan ada­yı Vance, işçi sınıfından çıkan, istihdam ve koru­macı politikaları önem­seyen bir siyasetçi. Bu yüzden ABD iç siyasetin­de ve kurumlarda bir ka­rışıklık göreceğiz. Bu da sadece yerel değil küresel belirsizlikleri de arttıra­cak bir faktör.

Trump ilişkileri ku­rumlar değil kişiler üze­rinden götürmeyi sevi­yor. Tipik bir merkanti­list olduğu için ekonomik fayda her şeyden önemli. Bu açıdan askeri harca­malar yerine ekonomik yaptırımlar üzerinden bir uluslararası siyaset izlemesi şaşırtıcı olmaz. Geçmiş Türkiye ilişkileri de (Rahip Brunson krizi) bunu doğruluyor.

Şurası kesin ki önü­müzdeki dönemin net kazananı ABD’li tekno­loji şirketleri olacak. Bu şirketler ABD dışındaki teknoloji devleriyle gir­diği rekabette talep et­tikleri korumaları ve teş­vikleri alacaklar. 1990’lı yılların sonunda gördü­ğümüz dotcom balonunu yeniden görebiliriz. Daha tedirgin edici olanı ise bu teknoloji şirketlerinin al­dıkları teşvik ve koruma­larla işgücünü yerinden etmesine rağmen ekono­minin tamamına önemli bir değer katamamaları olacaktır.

Türkiye ile ekonomik ilişkiler ve ticaret

Trump, daha önce Tür­kiye-ABD ticaretini 100 milyar dolara çıkarma hedefi koymuştu. Yeni­den başkan seçilmesi, ekonomik iş birliği konu­sunda yeni bir ilgi yarata­bilse de geçmişte çelik ve alüminyuma uygulanan tarifeler ve ticaret den­gesizliği gibi durumlar­da sert davrandığını da unutmamak lazım. Her popülist lider gibi, dedik­lerine uyulduğunda an­laşmaya açık ve imtiyaz­lar sağlayabiliyor.

Şurası açık: Artık ABD ile ikili ticaret ya da fi­nansal ilişkiler geliştire­ceksek hem ülke bazın­da hem de şirket bazında ABD’li bir ortağın olması ve ABD’nin ekonomik çı­karlarının daha çok göze­tilmesi öne çıkacak. Kısa vadeli kazançların uzun vadeli ilke ve prensipler­den daha değerli sayıla­cağı bir döneme girdiği­mizi de unutmamamız gerekiyor.

Trump’ın başkanlığının Avrupa Birliği üzerindeki etkisi

Avrupa Birliği bizim ana ihracat pazarımız ve ülkemize gelen doğrudan yabancı yatırımların da yarısından fazlası AB’den geliyor. Üstelik AB, yeşil mutabakat ve sığınmacı krizi gibi konularda Tür­kiye’nin ihracatını ve de­mografik profilini doğ­rudan etkileyecek poli­tikalar izliyor. Bu açıdan Trump’ın seçilmesinin AB üzerindeki etkisini iyi incelemek gerekiyor.

Tarife Endişeleri: Trump’ın korumacı po­litikaları, AB’ye yönelik otomobil, çelik ve alü­minyum gibi alanlarda tarife tehditleri içeriyor­du. Benzer uygulama­lar başka sektörlerde de devam edecek. Özellik­le teknoloji ve inovasyon alanında Trump çok daha agresif bir politika izle­yecek. Vance’in daha kol­tuğa oturmadan sosyal medya platformu X ile il­gili çıkışını bu çerçevede değerlendirmek lazım.

Ticaret Çatışmaları: Trump yönetimi, ABD-AB ticaret açığını azalt­maya odaklandığı için daha fazla ticaret kısıtla­ması getirebilir. Bu, tran­satlantik ticaret hacmi­ni azaltabilir ve küresel tedarik zincirlerini kar­maşıklaştırabilir. Buna karşılık, AB diğer ticaret ortaklarıyla ilişkilerini güçlendirebilir. Bu da kü­resel değer zincirinin ve tedarik zincirinin yeni­den şekilleneceği bir dö­neme gireceğimizi göste­riyor.

Trump, karakteri ge­reği, AB içindeki kendi görüşüne yakın ülke li­derleriyle (Macaristan, İtalya) daha iyi ilişkiler geliştirip bir bütün ola­rak AB’yle müzakere ye­rine ülke liderleriyle mü­zakereyi seçebilir. Bura­da Türkiye için fırsat ve risk aynı anda oluşuyor!

Savunma Bütçesi Üzerinde Artan Bas­kı: Trump, NATO mütte­fiklerinin savunma har­camalarını artırmala­rı gerektiğini sık sık dile getirmişti. Bu du­rumun devam et­mesi, AB ülkele­ri üzerinde mali baskı yaratabilir. Ayrıca Trump’ın “Önce Ameri­ka” politikası, AB içinde ABD’ye olan güveni azalt­mış ve savun­ma açısından “stratejik özerklik” fikrini güçlen­dirmişti. Bu dönemde, AB’nin savunma kapasi­tesine yatırım yapması ve NATO içindeki rolü­nü yeniden tanımlaması gerekebilir. Ukrayna’da­ki savaş ve sonrasında oluşacak olan siyasi tab­lo AB kadar bizi de etkile­yecektir.

İklim Politikaları ve Yeşil Anlaşma Girişim­leri: Trump’ın iklim de­ğişikliği konusundaki şüpheci tutumu Paris İk­lim Anlaşması’ndan çe­kilmesiyle netleşmişti. Bu durum, AB’nin 2050 yılına kadar karbon nötr olma hedefiyle çelişiyor. O yüzden de Trump’ın yaklaşımı, AB’nin yeşil dönüşümde ABD’den ba­ğımsız ilerlemesine ne­den olabilir. Bu da AB’ye küresel çevre liderliği­ni pekiştirmek için bir fırsat doğurabilir. An­cak ABD’nin iş birliği ol­madan uluslararası çev­re standartları belirleme çabalarının zorluklarla karşılaşacağını unutma­mak gerekir.

Çin ve Rusya Politi­kaları: Trump’ın Çin’e karşı sert, Rusya’ya kar­şı ise daha yumuşak yak­laşımı, AB için karma­şık bir ortam yaratabilir. AB, Çin ile ekonomik ça­tışmalardan kaçınmaya başladığı bir döneme gir­mişti. Trump’ın tutumu, Avrupa ülkeleri üzerin­de Çin’e karşı daha sert bir duruş benimsemele­ri yönünde baskı oluştu­rabilir. Rusya konusunda ABD’nin yaklaşımındaki değişiklikler ise, AB’nin enerji ve güvenlik strate­jilerini olumlu etkileye­bilir. Unutmayalım: Al­manya başta olmak üzere AB enerji ithalatı konu­sunda Rusya’ya bağlı. Al­manya’nın Rusya’yı kar­şısına almayı tercih et­memesinin en önemli sebeplerinden biri de bu. Yeni dönemde ABD ile arasını iyi tutan bir Rus­ya, AB için ekstradan bir baş ağrısı oluşturacaktır.

Aynı zamanda son dö­nemde, AB ülkelerinde­ki kritik sektörler Çin ile (elektrikli araçlar gibi) işbirliğine gitmeyi plan­lıyordu. Çin’e karşı sert bir ticaret ve teknolo­ji savaşı başlatacak olan Trump bu duruma da ka­yıtsız kalmayabilir. AB dış politikasının zor bir sınavdan geçeceği kesin. Bu dış politikayı başarıy­la yürütecek güçlü bir li­der eksikliği de apaçık ortada.

Sonuç olarak, her sa­nayi devrimi aslında bir “kaygı çağı”. İçinden geç­tiğimiz bu dönem de is­tisna değil. Mevcut kaygı­larımız yetmiyormuş gibi şimdi bünyemize Trump döneminin getireceği be­lirsizlik ve gerginlikler de eklenecek. Bana soracak olursanız dünya böyle bir döneme siyasi ve iktisadi olarak hazır değil. Uma­rım yanılırım!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sahi biz ne yaşıyoruz? 18 Eylül 2024
Eğitim şart mı? 11 Eylül 2024