İkinci dirsek!

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Omzunuzla dirseğiniz arasında yeni bir dirsek oluştuğunu varsayın. Ama bu yeni dirseğin, mevcut dirseğinizden çok temel bir farkı var. Mevcut olan, sizin kontrolünüzde… Yeni oluşana ise hükmedemiyorsunuz; hani deyim yerindeyse o kendi bildiğini okuyor!

İşte iki haftadır yazı yazmamı engelleyen de, sol kolumda ikinci bir dirsek(!) oluşmasıydı. 27 Ocak'ta, artık Ankara Büyükşehir'in sorumluğunda mıdır, yoksa Çankaya'nın mı, temizlenmesi için hiçbir şey yapılmayan bir yaya kaldırımında düşüp sol kolumu dirsek ile omuz arasında bir yerden kırdım. Düştüğüm an kolumun kırıldığını hissettim; ama acıdan değil… Daha kötü bir histi benimkisi; hani düşünce kendinizi yoklar, bir şey olmuş mu, olmamış mı, anlamaya çalışırsınız ya, ben sol kolumla onu bile yapamadım. Çünkü kolum kontrolümden çıkmıştı.

Yardımla ayağa kalkabildim, bir kez daha denedim; hayır olmuyordu, koluma hükmedemiyordum. Dirseğimi ya da omzumu hareket ettirerek kolumu bükmeye çalışıyordum; ama yapamıyordum. Çünkü kolum, dirsekle omuz arasındaki kırıktan dolayı kemik bağlantısı kopmuş bir şekilde kas üzerinde adeta sallanıyordu. Humerus denilen bu kemikteki ayrılmanın bir santime yakın olduğunu daha sonra öğrenecektim.

Bir hastalığınız ortaya çıkar; hani kötü haberin alıştıra alıştıra verilmesi gibi siz de o hastalığı zaman içinde bir ölçüde kabullenirsiniz. Ama küçük de olsa kazalar öyle değil. Bir saniye içinde her şey değişiveriyor. Kırık da bunlardan biri.

Kimileri bazı durumlarda geçmişte yaşadıklarının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğini söyler ya, kolum kırıldıktan sonraki 15-20 saniyede ise ben gelecekte yaşayacaklarımı düşündüm:

Bir; çok kötü ve parçalı bir kırıksa ve ameliyat olmam gerekirse, ilaç alerjim yüzünden çok büyük bir riskle mi karşı karşıyaydım?

İki; bilgisayarda on parmak yazabildiğim için kolumu kullanamayacağıma göre günlük yazılarımı nasıl yazacaktım ya da ne süreyle yazamayacaktım?

Üç; kaç ay boyunca araba kullanamayacaktım?

Bunlar, ilk anda aklıma gelenlerdi; sorunun çok farklı boyutları olduğunu daha sonra öğrenecektim.

Hangi hastaneye gitmeli?

Ankara'nın göbeği sayılabilecek bir yerde, Mithatpaşa Caddesi'nde düşmüştüm. Ne kadar merkezi bir yerde olduğumu belirtmek için bulunduğum yerin Kızılay'a yaklaşık 200 metre mesafede olduğunu söylemem sanırım yeter.

Düştüğüm yere 100 metre mesafede bir özel hastane vardı. Orada görev yapan bir doktor arkadaşı aradım, "Bizim hastanede ortopedi servisi yok" dedi.

Bir başka doktor arkadaşa hangi hastaneye gitmemi önerdiğini sordum, Numune hastanesine gitmemin iyi olacağını söyledi.

Numune'deyim 

Yaklaşık 15 dakika sonra Numune'nin acilindeydim. Ankara'nın en kalabalık hastanesinin acil servisinde saatlerce bekleyeceğimi düşünürken; acile girmemle ilk muayenenin yapılması, ortopedi servisine yönlendirilmem, oradaki muayene ve röntgen çekilmesi, ardından kolumun alçıya alınması ve alçı sonrası röntgen ve nasıl bir tedavi uygulanacağına ilişkin bilgilendirme bir saat bile sürmedi. Üstelik acil servis, benim gibi düşüp kolunu-bacağını kıranlarla doluydu; ben alçı yapılabilmesi için üç kişiyi beklememe rağmen işlemler hızla tamamlandı.

Ortopedi servisindeki dört genç doktor, büyük bir titizlikle ve özenle işlerini yapıyorlardı. Hatta kolum alçıya alınırken ekonomi alanında çalışan bir gazeteci olduğumu öğrenince doktorlardan biri hangi hisse senedini tercih etmesinin iyi olacağı esprisini bile yaptı. Alçı işlemi sırasında hastanın dikkatini dağıtmak ister gibi bir halleri vardı.

Bu arada, sol kolumda dirsekle bilek arasında lise yıllarındaki bir kırıktan dolayı eğrilik bulunduğunu söyledim. "İsterseniz, onu da kırar düzeltiriz" dediler. "Kalsın" dedim, "Ben eğri kolumla mutluyum"…

Sevilmeyen kırık

Alçılama işlemi bittikten sonra doktorlardan biri "Biz bu tür kırıkları pek sevmeyiz" diye başladı bilgilendirmeye. Kemik düz bir şekilde kırılmıştı ve bundan dolayı kaynama yüzeyi çok küçüktü. "Keşke" dedi, "Keşke kırık eğimli olsaydı, o zaman kaynaması daha kolay olurdu".

Doktorlar, öncelikle Ankara'da yaşayıp yaşamadığımı, her hafta düzenli olarak hastaneye gelip gelemeyeceğimi sordular ve bunun nedenini de hemen açıkladılar. Omuzla dirsek arasındaki kemikte ortaya çıkan bu kırık, klasik yöntemle alçıya alınıp kaynayıncaya kadar öyle tutulmayacaktı. İlk alçı omuzdan bileğe kadar yapılmıştı; ama sonraki dönemde alçı, haftada bir çıkarılıp yenilenecek, üstelik bu alçı dirsekle omuz arasına yapılacaktı. Kemik kaynamaya başlayınca da alçı yerini tutan plastik bir sıkılaştırıcıyla işlem devam edecekti. Yani her hafta düzenli olarak bu işlemi yaptırmak şarttı.

Kaldı ki haftada bir değiştirileceği söylenen omuzla dirsek arasındaki alçı, ilk hafta tam üç kez yenilendi. 

Bir özel hastane deneyimi daha

Bu arada, Numune hastanesinin poliklinikleri kuşkusuz kalabalık olacaktı; bu durumu göz önünde bulundurarak evimin çok yakınındaki özel bir hastanede bu hizmeti alabileceğimi düşündüm. Evet, düşündüm; ama alamadım! Yapılacak olan omuzla dirsek arasını alçıya almak, röntgen çekmek ve durumu gözlemekten ibaretti. Zaten yapılacak olanın yalnızca bir "ibaret"ten oluşması, hastane açısından pek de para kazandıracak bir işlem gibi görünmemesi, benim durumumu bir anda "ameliyat şart" noktasına getirdi. Filmleri inceleyen doktor, "Hiç şansınız yok" diyordu, "Ameliyat olmazsanız bu kemik kaynamaz". Bu hastane, Ankara'nın, ortopedideki uzmanlığıyla bilinen en tanınmış özel hastanesiydi. İlaç alerjim olduğunu, daha önce bypass geçirdiğimi, o yüzden ameliyatı son çare olarak düşünebileceğimi söyleyip başka bir tedavi şansımın olup olamayacağını sordum ısrarla. Doktora göre ameliyat dışında bir tedavi şansım yoktu.

Daha sonra Numune hastanesinin ortopedi servisindeki muayeneleri ve alçı değiştirme operasyonlarını düşünüyorum da, özel hastanedeki doktor kendi açısından haklıydı. Özellikle alçıya alma işleminde yoğun bir emek harcanıyordu; hem SGK bu işlem için özel hastaneye ne öderdi ki… Ama ya ameliyata? Her hafta üç kuruşluk alçıyla uğraşmaktansa, bir kere ameliyat ve "yükte hafif, pahada ağır" bir operasyon…

İlk alçı çıkarılıp dirsekle omuz arası alçıya alındıktan sonra evime yakın başka bir özel hastaneye gittim. Çünkü Numune'de işler, yoğunluk yüzünden sabahtan akşama kadar sürebiliyordu. O hastanede ise "bize gelmeyin" farklı biçimde söylendi; tedavinin aynı hastanede sürmesinin iyi olacağı, gerekmesi halinde ameliyat yapacak donanımda olmadıkları dile getirildi.

Peki öngörülen tedavi ne?

Çankaya'daki ortopedi alanındaki uzmanlığıyla bilinen hastane ameliyatın şart olduğunu söylüyordu. Numune, haftada bir değişen alçıyla tedaviden yanaydı. Tanıdıklar aracığıyla bulduğum Ankara dışındaki iki ortopediste filmleri gönderdim. Onlar da Numune ile aynı görüşteydi. Hem, internet denilen devasa ansiklopedi sayesinde Humerus kırıklarının tedavisi konusunda ben de az çok fikir sahibi olmuştum.

Ameliyatın gerektiği durumlar tabii ki vardı. Ama benim için en azından şimdilik ameliyat gerekmiyordu. Bu demek değildi ki, ameliyat olmam hiç gerekmeyecek. Uygulanan tedavi kaynamayı sağlamazsa ameliyat kaçınılmaz hale gelecekti. Ama şimdi değil!

Bana uygulanmakta olan tedavinin önemli bir avantajı da, sol elimi az da olsa kullanabilir duruma gelmemdi. Önceleri daktiloda, şimdi bilgisayarda on parmak yazı yazan biri olarak tek elle yazı yazmanın mümkün olamayacağını bir kez daha gördüm. Sol elim özgürlüğüne kavuştu da, yazmaya başlayabildim.

Sağlık çalışanları

Ailemde çok sayıda doktor bulunmasının da etkisiyle sağlık çalışanlarına karşı hep pozitif ayrımcılıkla yaklaşmışımdır. Numune'de acilde verilen çok iyi hizmet, daha sonra poliklinikte de sürdü. Her gün onlarca hasta bakmak durumuna olan genç doktorların sabrı takdir edilmeyecek gibi değildi. Çağrı Örs ve Burak Koçak, 2 numaralı ortopedi polikliniğinin isimlerini bilebildiğim doktorları.

Özel hastanelerin, devlet hastanelerinin iş yükünü azımsanmayacak ölçüde hafiflettikleri bir gerçek. Ama gide gele öğrendim ki, yalnızca Numune hastanesinin polikliniklerinde bile günde 5 bine yakın hasta bakılıyor, yıllık hasta sayısı da 1.3 milyona yaklaşıyor.

Öyle anlaşılıyor ki özel hastanelerin bazı alanlarda devlet hastanelerinin yerini tutmaları pek kolay olmayacak. Hele çok para kazandırmayan işlerde…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar