İki önemli anlaşma ve olası etkileri

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Hafta sonu Troyka ile Yunanistan arasında, Salı günü de P5+1 ile İran arasında 2 önemli anlaşma imzalandı. Esasen ikisi de sürpriz değil, imzalanması beklenen anlaşmalardı. Belki Yunanistan’ın durumu daha muallaktı ama Tsipras’ın son dakikada yelkenleri iyice suya indirmesiyle burada da “mutlu” diyemesek de en azından bir sona ulaşıldı. 

Açıkçası Yunanistan’ın anlaşması o kadar kötü maddeler (bunlara “yaptırım” demek daha doğru) içeriyor ki, daha önce olduğu gibi, 1-2 yıl içerisinde Troyka ve Yunanistan’ın yeniden karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz gibi gözüküyor. Bu sene yüzde 1 olarak hedeflenen faiz-dışı fazlanın 3 sene içerisinde yüzde 3.5’e çıkarılması, emekli maaşlarının daha da kesilmesi, KDV oranlarının artırılması, özelleştirmelerin hızlandırılması ve 50 milyar euroluk yardım karşılığı aynı miktarda kamu varlığının teminat olarak verilmesi şart koşulmakta. Öte yandan, anlaşma akabinde ortaya dökülen İMF analizleri ise Yunan ekonomisinin daralmaya devam edeceğini, 2017 yılında (bugün için yüzde 175 olan) dış borcun milli hasılaya oranının yüzde 200’e ulaşacağını ve bu durumun “sürdürülebilir” olmadığını göstermekte. 

Dünkü yazısında FT’den John Kay, Yunanistan bağlamında AB’nin (daha doğrusu Franko-Germen birliğinin) emperyalist ve genişlemeci politikalarıyla ilgili ilginç bir benzetme yapmış. AB’nin bugünkü konumunu  bir imparatorluğun son dönemlerine benzetiyor. Kay’e göre tarihte her imparatorluğun başına geldiği gibi hızlı ve aşırı genişleme, bu sefer de AB’nin sonunu getirmiş bulunuyor.

Belki biraz fazla iddialı bir görüş ama bence büyük ölçüde doğruluk payı içermekte.

Bugünkü AB’nin kökleri 1952’de kurulan Avrupa Kömür Birliği’nin 1957’deki Roma Anlaşması’yla Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) adını alan bir Serbest Ticaret Bölgesi’ne (FTA) dönüşmesine dayanmakta. O günlerde Almanya, Fransa, İtalya ve Benelüks’ten oluşan 6 ülkenin iktisadi gelişmişlik seviyeleri benzer seviyelerdeydi ve topluluğun amacı tamamen ekonomikti. Ancak ilerleyen yıllarda bu ekonomik amaç yerini siyasi bir amaca (Avrupa emperyalizmi) terk etmeye başladı. Sovyetlerin çöküşü sonrasında bu siyasi amaç iyice öncelik kazanmaya başladı. Birlik ekonomik açıdan son derece zayıf ve hazırlıksız olan ülkeleri entegre ederken bu ülkelere demokrasi ve liberalizm götürmeyi vaat ediyordu. Halbuki, ne AB’nin siyasi yapısı ve işleyişinin, ne de birliğin asıl söz sahibi Almanya’nın yaklaşımının demokratik olmadığı ortada. Bu son krizde, Yunan halkının demokratik hakları ve isteklerinin ayaklar altına alınması da bu durumu net bir şekilde göstermekte. 

İran’la Salı günü imzalanan nükleer silahsızlanma anlaşması ise Yunanistan anlaşmasının aksine gerek Dünya, gerekse de Türkiye açısından oldukça olumlu. İsrail’in endişelerini bir kenara bırakırsak anlaşmanın siyasi açıdan Orta-Doğu’daki gerilimi azaltacağı da muhakkak.  

Anlaşmanın ekonomik olarak bizim açımızdan avantajlı olduğu açık. (Siyaseten ise Türkiye’nin jeopolitik değerini azaltacağı gibi görüşler de var. Ancak açıkçası bunlar fazlasıyla prematüre görüşler. İran’ın Batı kamuoyu nezdinde kalıcı bir itibar kazanması için daha çok ama çok zaman geçmesi gerekiyor.) Ekonomik olarak bakarsak İran ambargoların kalkmasıyla öncelikle enerji sektöründe sekteye uğramış olan yatırımlarına hız verecektir. İran’ın çok büyük petrol ve doğal gaz rezervleri var.

Bunlarda meydana gelecek “arz” artışı Dünya enerji fiyatları üzerinde aşağı yönlü bir baskı yaratacaktır. Bu durumun büyük bir enerji ithalatçısı olan Türkiye’nin avantajına olacağı açık.
Bundan öte, İran komşumuz ve biz onlardan doğrudan petrol ve doğalgaz alımı yapmaktayız. Ancak, bugüne kadar ambargolar nedeniyle bu ticarette optimum seviyelere ulaşamadık. Bu bağlamda, İran’la yeni bir doğal gaz hattı bile gündeme gelebilir. Bu bizim ithal enerji kaynaklarımızı çeşitlendirmemiz açısından önemli bir adım olacaktır. Ayrıca, son yıllarda iyice alavere-dalavere ile yapılan ve pek çok şaibenin karıştığı gayri-resmi ödeme yollarından resmi ödeme yollarına dönülmesi de bir rahatlık yaratacaktır. 

İran’ın kalkınması ve zenginleşmesi bu ülkeyle olan ihracatımızı da artıracak. Halihazırda 3.8 milyar dolar civarında olan (resmi) ihracatımızın bir kaç yıl içerisinde bunun 2 katına çıkması beklenebilir. Ancak burada aşırı beklentiler içine girmek de doğru değil. Irak ve diğer bazı Orta Doğu ülkelerinin aksine, İran zaten pek çok üretim alanında kendi kendine yetebilen bir ülke. 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019