İki kişinin dört hâli

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Başlarken:

Görünmez olana dek, trenin penceresinden uzun uzun seyrettim seni. Sonra oturdum, trenin raylar üzerinde çıkardığı o garip seslerle başbaşa kaldım. Benimle birlikteydin. Belki bedenin yanımda değildi ama, ruhun… Sonra gözyaşlarımı tutamadım. Engellemek istedim, ama olmadı. Yol boyu düşündüm. Beraberliğimiz olumluydu. Seni seviyordum. Ama bazı gerçeklerin kabul edilmesi gerekiyordu. İkimiz de ayrı kentlerde olmak zorunluğundaydık. Yol boyunca seni ne denli özledim, bilemezsin. Fotoğrafın bana arkadaş oldu. Şunu bil ki benden kilometrelerce uzakta olman hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Mutluyum, sana güveniyorum. Seni seviyorum. Bu, bana güç veriyor. Bak, işte şimdi büyük bir özlemle hiç olmazsa bu mektupla yanındayım. Kilometrelerin zincirlerini kırarak. Hiçbir engel tanımadan. Devamlı seninle dolu olarak…

Çoğalınca:

Tam on üç gün oldu bugün senden ayrılalı… Mektubun, dizelerin harikaydı. Hele o yazdığın kocaman kâğıt. Beni ne denli duygulandırdı, mutlandırdı bilemezsin. Mektubunu aldığım gün akşama dek pür neşe dolaştım, çalıştım. Sevdiklerimden aldığım her mektup bende böyle garip bir coşku yaratır. Shakespeare’den yazdığın dizelere teşekkür ederim, ama o duyguları, yazmasan da unutamıyorum ki zaten. Her ân, her saniye seninleyim.

Telefonda sesini duyduğumda bir garip oldum, özlemim gün geçtikçe artıyor anlaşılan. Bir çığ gibi büyüyor. Heyecanlıydım konuşurken, düşün, konuştuğumuzda 26 gündü, bugün 1 ay 2 gün oldu. Günler geçiyor geçmesine, ama bu kent artık bana daha kötü geliyor…

Edebiyata dönüştüğünde:

Oysa farkındayım ki dışarıda ismini bilmediğim, ama leylâğa benzeyen bir ağaç var. Mor ve eflatunun tüm renklerini tutsak etmiş. Adeta bir gelin gibi salınıyor esintide. Dallarındaki yeşil yapraklar birer taç gibi süslüyor başını… Gülden kasımpatına kadar bir yığın çiçek, nefis bir dekorasyonla tanzim edilmiş gibi bahçedeler. Bir tahta bank ve karşısında kocaman havuz. Kenarları yosun tutmuş. Şakır şakır oluğundan sular akıyor. Havuzun başında kocaman bir söğüt ağacı, korumak istercesine onu, eğilmiş yapraklarıyla üstünü süsleyerek. Yeşilimsi bir görüntü almış su bu nedenle. Kenarlarındaki küçük çam suya gölgeleri vurmuş ağaçlarının yeşil ve sarının tonlarıyla. Güneşin en fazla olduğu saatler bunlar. Tüm ışınlarını sanki bu güzel yere vermiş. Aynı güneşin altındayız, ama sen, başka şehirdesin, yoksun…

Bugün pazar. Semaveri prize taktım. Çay kaynıyor. Televizyonda harika müzikler var. Dışarıda da hava öyle. Ama ben, arka odadayım. Loş ve samimi burası. Sessiz de. Sanki dışarıyla tüm bağlarım kesilmişcesine kendimleyim.

Salonda bir divan var, üzerinde portakal renginde, mavi, uçuk pembe çiçeklerle süslü fıstık yeşili bir örtü. Kirlentler, içindeki renklere uygunlar. Sarı, pembe, mavi, yeşil renkler taşıyor perde. Pastel bir desen var üzerinde, solmuş güneşten, artık belli belirsiz. Halı, perdeyle aynı renk. Sol tarafta bir masa, üzerinde portakal ve bejin hâkim olduğu bir örtü. Sağ tarafta kahverengi bir kütüphane, ileride bej rengi bir büfe. Soluğumda sen…

Akşam çöküyor dışarıya. Yağmur da başladı. Şakır şakır. Güneşli hava, yerini gri bulutlara terk etti. Gök, öyle kötü gürüldüyor ki. Biliyor musun ben gök gürültüsünden korkarım. Hep korkmuşumdur. Oysa, çok nadir kalmışımdır böyle havalarda tek, korkutulmamışdır da. Sen olsaydın, hiç korkmazdım…

Pencere arkasında oturup çay içip yağmuru seyretmeyi o denli severim ki. Hele toprak kokusu… Mis gibi kokar her yer çim kokuları karışır. Gök gürüldemesi ve yağan yağmur, çocukluğumdan beri kızmış, kavgaya hazır, üzgün bir kadını anımsatır hep... Neden ki?

Biterken:

Sizden bir ricam var. Bana ait olan şeyleri ortak arkadaşımıza verebilir misiniz? Arada kilometrelerin oluşu, bunu daha sağlıklı kılıyor. Benden istediğiniz bir şey varsa, ona söyleyebilirsiniz. Size çok zahmet olacak, ama beni mutlu kılacaksınız. Şimdi satırlarımı bitirmek zorundayım. Mutluluklar dileğiyle…

Not:

30 sene önce haller böyleydi. Ya bugün?!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar