İhtiyatlı olmakta fayda var
Anlaşılan seçim belirsizliği Türkiye piyasaları üzerinde yüzde 6-7 arasında bir iskonto yaratmış. Nitekim, seçim sonrasında döviz, tahvil ve hisse senedi piyasaları bu oranlar civarında bir düzeltmeye gitti. Şimdi, ikinci ama daha ufak bir düzeltmenin de Hükümetin kurulması ve ekonomi programının şekillenmesi ile gelmesi bekleniyor. Ancak, daha sonrası ile ilgili çok fazla bir iyimserliğe kapılmamakta fayda var.
Geçen hafta da vurguladığım gibi eğer Türkiye (giderek çetinleşen bugünkü global konjonktürde) pozitif ayrışacaksa, her şeyden önce AKP’nin 13 yıllık kadro zafiyetini ve büyük sermaye ile küskünlüğünü üzerinden atması ve Türkiye’yi yeniden yatırım-üretim platformuna taşıması gerekiyor. Belki bundan önceki dönemlerde hep bir mazeret vardı. 1. dönemde bir anda tek başına iktidara gelen genç bir parti olarak doğal olarak yetersizlikleri söz konusuydu. (Ancak bu dönemde son derece ılıman geçen global konjonktür bu yetersizlikleri kapattı.) 2. dönem parti kapatma girişimi ve bunun AKP’de yarattığı kurulu düzene karşı tepkiselliğin ön planda olduğu bir dönem oldu. (Bu dönem de küresel likidite muslukları ve düşük faizler imdadımıza yetişti.) 3. dönem ise beraber yola çıktıkları cemaat ile ters düşmelerinin yarattığı travma ve tepkinin icraatın önüne geçmesine ve hatta onu kösteklemesine şahit olduk. Bugün gelinen 4. dönemde ise artık bu tip mazeretler söz konusu değil. Artık mesuliyet yüzde 100 AKP’nin üzerinde.
Şu tespiti de yapmakta fayda var: Türkiye son 13 senede esasen kendi kulvarındaki ülkelerden daha hızlı bir büyüme, kalkınma ve gelişme göstermedi. (Hatta, bazı kriterlerde (insani gelişmişlik endeksi, demokrasi endeksi gibi ) bu dönemde bariz bir gerileme bile söz konusu oldu.) Satın alma paritesine göre kişi başına milli hasılası 10 bin ile 25 bin dolar arasında bulunan orta gelir grubuna ait ülkelerin 2002-2014 yılları arasındaki ortalama büyüme hızlarını karşılaştırdığımızda, Türkiye’nin tam da ortalamada bir büyüme hızı gösterdiği görülüyor. Buradan şu sonucu çıkarmak gayet mümkün herhalde: AKP iktidarlarının bugüne kadar özel bir gücü, Türkiye’yi kulvar atlattıracak özgün bir vizyonları ve yönetimleri olmadı. Bugünden sonra olmaları ise daha kapsayıcı ve demokratik olmalarına, iş dünyasıyla işbirliği yapmalarına ve daha liyakate dayalı kadroları iş başına getirmelerine bağlı.
Bu işin bize düşen kısmı. Yukarıda saydığım ön koşullar gerçekleşse dahi, Türkiye nihayetinde açık bir ekonomi olarak küresel konjonktürden çok fazla da soyutlanamaz. Burada ise işler çok iyi gitmiyor açıkçası. Bütün büyük ekonomik bloklarda problem var. AB toparlanmakta zorlanıyor. Son olarak AB’nin motoru olan Almanya’nın üretim verileri iyi gelmedi. Japonya malum. Çin’de resmi rakamlar bile göreceli bir yavaşlamaya işaret ediyor, ancak gerçek durum görünenden çok daha zayıf olabilir. ABD ve İngiltere bir nebze daha iyi durumdalarsa da, neredeyse 1 yıldır küçük bir faiz artırımı için bile bu kadar tereddüt göstermeleri büyümenin çok da güçlü ve kalıcı olmadığına işaret ediyor.
Sonuçta, Türkiye’nin son 4 yılda gösterdiği yüzde 3 civarında ve tarihsel ortalamasının oldukça altındaki büyüme oranı “yeni normal” olarak değerlendirilebilir. AKP kartlarını iyi oynasa ve kulvarındaki ülkelerden pozitif yönde ayrışsa bile, Türkiye’nin bu “yeni normal”de yüzde 4’ün üzerinde büyümesi çok zor olabilir. Türkiye’nin negatif yönde ayrışması durumunda ise kaç zamandır ekonomide içten içe biriken sorunların gün yüzüne çıkma ve bir kriz ortamının oluşma ihtimali yüksek. Kısacası, ekonominin resesyona girme ihtimali bugünkü ekonomik durumun sürdürülmesi veya bir parça daha canlanmasına göre daha düşük olsa bile, böyle bir durumun gerçekleşmesi durumunda oluşacak ekonomik kayıplar çok daha fazla olabilir. Bu nedenle yatırım kararları alırken ihtiyatlı olmakta fayda var.