İhtiyatlı bir iyimserlik
Geçen haftaki yazımda yaşamakta olduğumuz döviz krizi kaynaklı resesyonla mücadelede ilk ve olmazsa olmaz koşulun dış siyasette uzlaşma olması gerektiğini yazmıştım. Tabii ki, Rahip Brunson’ın serbest kalması uzlaşma zemini sağlanması için atılması gereken en önemli adımdı.
Nitekim, başta döviz piyasası olmak üzere, tüm piyasaların bu gelişmeye olumlu tepki verdiği görülüyor. Siyasi sorunların çözülmesi durumunda kurun 5.50 seviyelerine geri çekilebileceği şeklindeki piyasa beklentisi de yavaş yavaş gerçekleşmekte.
Gerek dış siyasi gelişmeler ve gerekse de son açıklanan ekonomik veriler ışığında, ben de önümüzdeki süreçte alınması gereken tedbirlerle ilgili görüşlerimi bir miktar değiştirdim. Bunda etkili olan gelişmeleri şöyle sıralayabilirim:
Pek tabii ki ilk sırada Rahip Brunson’ın serbest kalması var. Ancak bundan da öte bizzat Trump tarafından Türkiye’ye yönelik olarak ziyadesiyle olumlu twitler atılması ABD-Türkiye ilişkilerinde bir yumuşama olma ihtimalini güçlendiriyor. (Bu noktada, “Trump’ın ipiyle kuyuya inilmez” şeklinde çok da yanlış olmayacak bir yorum da yapılabilir, tabii.)
Her halukarda, piyasaların en büyük korkusu olan ve TL’yi negatif ayrıştıran en önemli unsur olan ABD’nin Türkiye üzerindeki yaptırımları genişletme olasılığının şu aşamada tamamen ortadan kalkmış olduğu söylenebilir.
Hem TL, hem de döviz kredilerindeki daralma son haftalarda iyice belirginleşmiş durumda. Enflasyonun yüzde 25’lere ulaştığı bu dönemde TL kredi hacminin nominal olarak bile gerilemekte olması iyiye alamet değil.
Ağustos ayına ilişkin üretim verileri ve işsizlik rakamları, Eylül ayına ilişkin kapasite kullanım oranları, güven ve PMI endeksleri, hepsi ekonomide beklenenden daha fazla bir daralmaya işaret etmekte.
Sendikasyon yenilemeleri şu ana kadar (görünürde) sorunsuz olarak atlatıldı, bundan sonra da ciddi bir problem olmayacaktır.
Ağustos’ta 2.6 milyar dolarlık rekor cari fazla verilmesi durumu var. Her ne kadar cari fazla ihracat artışından daha çok ithalattaki düşüşten kaynaklansa da, döviz dengesinin sağlanması açısından cari fazlaya dönülmüş olması olumlu bir gelişme.
Bir de olayın ABD tarafı var. Son gelen veriler ABD büyümesinde bir miktar yavaşlama olabileceğine işaret etmekte. Öte yandan, faiz artışlarının özellikle GOP’larda yarattığı satış dalgalarının da bir noktada ABD ihracatına da etki etmesi söz konusu olabilir. Trump ise Fed’in faiz politikasını alenen eleştirmekte. Bu şartlar altında Fed’in faiz artış takvimini daha uzun vadeye yayma ihtimali artıyor. Yukarıda sıraladığım gelişmeler ışığında artık gerek maliye, gerekse de para politikalarındaki sıkılaştırmanın daha fazla artırılmaması gerektiğini düşünmekteyim. 2 hafta önce, sürpriz enflasyon rakamı üzerine yazdığım yazıda, Merkez Bankası’nın politika faizini değiştirmeden fonlamayı kısmen borç vermeye kaydırarak geçici bir süre ek bir sıkılaştırma yapabileceğinden söz etmiştim. (Bunun esasen MB’nin sadeleştirme politikasına ters düştüğünü de biliyorum.) Ancak, artık bu geçici artırıma gitmeden manşet enflasyonda tepe noktasını görene kadar bugünkü faiz seviyesinin sürdürülmesi yeterli olacaktır. (Doğal olarak haftaya toplantıda da bir artış beklemiyorum.)
Maliye politikası tarafında ise zaten açıklanan orta vadeli program için “kemer sıkma” paketi denilemezdi. Bu nedenle özellikle “harcamalar” tarafında program hedefleri içerisinde kalınması yeterli olabilir. (Ancak hedeflerin aşılması ise hem enflasyon, hem de milli tasarruflar açısından negatif bir gelişme olacaktır.)