İhtiyaca göre değil, paraya göre tesis kurma tuzağı…
Şişecam Topluluğu'nun kağıt-karton ambalaj ihtiyacının en uygun yöntemlerle karşılanması için çok temel bir bakış açısı geliştirdik: Plan toplantılarında 'pazarımız dünyadır' sloganını kullanıyorduk. Bu slogan Topluluk tarafından benimsendi; bütün birimlere yayıldı. Ambalaj ihtiyacımızı da küresel pazarlara göre tasarlayarak karşılamalıydık. O nedenle rakiplerimiz kağıt-karton ambalaj ürettirdiği tesisleri inceleme fırsatı yaratmalı, onları incelemeden karar vermemeliydik.
Yurt dışı incelemelere Günay Apak, Necdet Uygurer , bazen de Erhan Aras katıldı… Norveç'te Sabsborg, İsveç'te Jungdal, İsviçre'de Laturbach, İtalya'da Chieri tesislerini gördük… Bu incelemelerde not etmeye çalıştığımız ana noktalar şöyleydi:
1. Tesislerde kapasite ve teknik olanaklar nasıl oluşturuluyor?
2. İş süreçlerinin hızını ve esnekliğini sağlayan yapı nasıl oluşturuluyor?
3. Uygun yarı mamul (kağıt-karton, yapıştırıcı, boya vb.) nasıl temin ediliyor?
4. Yarı mamul stoklamasında fiziki koşullarda nelere özen gösteriliyor?
5. Bitmiş ürün nasıl stoklanıyor ve sevkiyat nasıl yapılıyor?
6. Makine-donanım genellikle hangi firmalardan satın alınıyor?
7. Batı'daki tesislerde olup da ülkemizde olmayan makine-donanım hangileri?
8. İş akışı ve işletme içi lojistikte nelere özen gösteriliyor?
9. Makine-donanım kombinasyonlarının uygun kapasite bütünlüğü yaratması için ne gibi önlemler alınıyor?
10. Arıza durumunda bakım-onarımda İstanbul özeli için zaman kaybı ne olabilir?
Özellikle İtalya'da Torino'nun kuzeyinde İsviçre çikolata tesislerinin ihtiyacını karşılayan ambalaj tesisini gezmemiz bizi çok etkiledi… Aldığımız örneklerin uçakla gönderme bedeli, bir insanın gidiş-geliş ücretini aşmıştı.
İkinci ara-rapor ve tartışmalar. Yurt dışı incelemelerden sonra ikinci ara-raporu sunduk. Raporu kaleme aldım, arkadaşlar üzerinden geçti... Plan Üst Komitesi'ne sunuşta özellikle İtalya'dan ve diğer ülkelerden getirdiğimiz "örnekleri" salonda sergiledik.
Toplantıdan sonra İcra Kurulu kağıt-karton ambalaj tesisinin bünyede kurulmasını kararlaştırdı… Erhan Aras'ın koordinasyonunda çalışmalar yürütülecekti.
Yurtdışında yaptığımız incelemelerden sonra ülkemizde o günlerde ambalaj üretimine ilişkin altyapının eksiklerini şöyle sıralanmıştı:
1.Kağıt-karton ambalaj üreten tesisler başlangıçta "matbaa kökenli" ve "baskı" için kurulmuş; baskı öncesi işlemler, baskı, kesme-koparma, katlama-yapıştırma altyapıları bakımından Batı'daki örneklerle karşılaştırılamayacak kadar yetersizdi.
2. Tesislerin baskı kapasiteleri ile kesme-koparma ve yapıştırma altyapıları uyumlu değildir. Genellikle elle yapılan ikinci işlemler yapılmaktadır. Bu durum , uluslararası piyasanın talep ettiği kaliteyi yaratmamaktadır.
3.Piyasada cam ev eşyası "mikro dalga laminasyon-odaklı kağıt-karton ambalaj" ile satılıyor. Ülkemizde mikro dalga üretimi ve laminasyon işlemleri gerektiği kadar olgunlaşmamıştır.
4.Türkiye'de kullanılan yapıştırıcıların kalitesizliği nedeniyle, özellikle tropikal iklimlere gönderilen ambalajlar dağılıyor; ciddi reklamasyonlara neden oluyor.
5.Genelinde ambalajın temel işlevi olan koruma, dayanıklılığı artırma, albeni yaratma açısından üretim düzeyi talepleri karşılayamıyor.
6.Şişecam Topluluğu'nun mikro-dalga malzeme üretmesi sorununu ivedilikle çözmesi gerekiyor.
7.Kurulmasını önerdiğimiz " yönlendirici depo" malzeme kalitesi, malzeme maliyeti, baskı, laminasyon işlemleri, kesme-koparma işlemleri, yapıştırıcı kalitesi, stoklama düzeni, dolumda otomasyon imkanları sağlayan "dip-kilitlenme" sorunlarını çözmeye odaklanmalıdır.
Önerilen " yönlendirici depo" benimsenmedi…Yatırım yapılması kararlaştırıldı. Erhan Aras'ın yönetiminde fizibilite çalışmalarına başladık.
Makine-donanım altyapısı: Şişecam Topluluğu'nun kendi iç talebi yeterli idi… Piyasaya da verilmesi durumunda bir "talep sorunu" olmadığı gözüküyordu. Başta Oktay Duran olmak üzere işin içinde yaşayan insanlarla görüşmeler yaparak makine-donanım seçiminde kritik unsurları kavramaya çalıştım.
Ciddi ambalaj dergilerine abone olduk. Planlama Müdürlüğü'nde yabancı dili iyi olan arkadaşlara kritik bilgileri çevirterek bilgi bazımızı artırdık.
Kesme-koparma makinelerinde Bobst bir numara idi… Katlama yapıştırma makinelerinde Jagenberg, Bobst ve yanlış anımsamıyorsam Omnia markaları öne çıkıyordu. UV lak makinelerinde Japor makineleri ucuzdu. Mikro-dalga oluklu malzeme üretimde bir İsviçre firması öne çıkmıştı… Bir seyahat daha düzenleyerek makineleri fabrikalarında gözledik. Üretici referans firmalarının adını aldı. Daha sonra şirkete danışmanlık yapan Fulda'daki Alman firmasının tesislerini gördük.
Bile bile lades. Dilimizde "bile bile lades" diye bir kavram var. Makine-donanımla ilgili araştırma sırasında "iyi derecede İngilizce bilmemenin acısını" yaşadım… Asitrade tesislerini gezerken, mikro-dalga makinesinin eninin dar olduğunun farkına vardım. Heyetteki arkadaşlara anlattım. Dili bize göre daha iyi olan arkadaş direndi. Sonunda o dar enli "kombine artığı" yaratan makine satın alındı. Fizibilitelerde bile bu yanlışlığın notu vardır. Eğer yabancı dilimi yeterli olsaydı, o yanlışlığı mutlaka önleyebileceğimi hep düşünmüşümdür.
Asıl önemli nokta Şişecam Topluluğu'nda tanıklık ettiğimiz yanlış bir tutumdu. Hem tesis kurulmaya karar verildi, hem de İcra Kurulu 12 milyon DM ödenek ayırmıştı… Kurmak isteğimiz tesisle ilgili makine-donamımda bütünleyici kapasite üzerine bir çalışma yaptım… Yatırım en azından 32ç milyon DM düzeyine ulaşıyordu. Proforma fatura bedelleri üzerinde yaptığım bu hesabı ilk fizibilite raporuna açık ve net biçimde not ettim.
Erhan Aras ile konuyu çok rahat konuşabiliyorduk. Biz ısrar edince, "… Genel Müdüre, ben 32 milyon DM yatırım önerisini götüremem. Bu ödeneğe göre çalışmaları başlatalım, sonra ödenek alırız" dedi… Çok sağlıklı tartışma mekanizmaları olmasına rağmen birimlerde yatırımı başlangıçta düşük gösterme, yatırım başladıktan sonra ödenek alma anlayışı yaygındı.
Yatırım ödeneğinin ölçeği konusunda bu "…bile bile lades" anlayışının tuzağına yakalanmamak için fizibilitelerde her aşamada yatırımın düşünülen ölçekte 32 milyon DM altına olmayacağı notunu net bir biçimde yazdım.
Japonya'ya neden gitmedim? Japonya'da makineleri incelemek için bir heyet oluşturuldu… O heyette adım vardı. Biletlerim de ayırılmıştı. Erhan Aras'a Japonya 'da yapılacak inceleme gezisine katılmayacağımı söyledim.
Bir gün sonra Osman Nuri Torun çağırdı, "Genel Müdüre senin duygusal tepki verdiğini söylemişler… Öfkelenmiş. Ortalıkla gözükme" dedi…
Hasan Orhon heyete dahil edildi… Japonya'ya gidildi. Fizibilite çalışmalarını yürüttüm ama çalışmaların içinde yer almadım. Erhan Aras'a, Remzi Ormancı'ya ve Osman Nuri Torun'a itirazlarımı hiçbir kaygının gölgesini düşürmeden anlattım. Tepkimin "duygusal" olmadığını, teknik olduğunu, ön-araştırmaları yapan insanlardan tesislere yönetici tayin edilmesinin yanlış bir tutum olduğunu, insanların kariyer için fizibilite değerlerini çarpıtabileceğini söyledim.
Emekli olduktan sonra Genel Müdürümüz Talat Orhon'u odamda ağırlıyordum. Ben konuyu açmadım ama kendisi bir açıklama yapmak ihtiyacı duymuş olmalı ki, " Kağıt-karton ambalaj fizibilitesi çalışmaları sırasında seninle ilgili beni ciddi biçimde yanılttılar. Şimdi işini ne kadar ciddiye aldığını, ne kadar samimi olarak kurum çıkarlarını gözettiğini daha iyi anladım. İnsanız, hepimiz yanılabiliyoruz" dedi… Kendisine, " Efendim ben olayı çoktan unuttum. Sizin genel tutumunuz içindeki pozitif unsurlar, o tür negatif tutumlarınızdan çok fazla. Bu genel dengeye bakarak size saygım hiç eksilmedi. Siz saygı uyandıran ve ilham veren bir yönetici oldunuz. Sizin zenginliğiniz bu. Siz sekreterden, şoförden, size muhtaç olanlardan istihbarat toplama basitliğini yapmadınız. Siz küçük işlerle çok fazla ilgili olmadınız. Küçük insani zaaflar herkeste olur" dedim. Talat Orhon, daha sonra yaptığımız söyleşilerde hayatın ince ayrıntılarına ilişkin çok özel durumları anlattı…
Fizibilite çalışmalarını Deniz Konrapa'nın desteği ile hiçbir şey olmamış gibi devam ettik… Sonuçta bütün belgelere itirazlarımızı net ediyorduk. Gariptir, arşivlerde yer alan bütün raporlarda açık notlar düşüldüğü halde kimseden tepki gelmiyordu.
Geceli-gündüzlü çalışmalarımızı yakından izleyen, aramın hiç de iyi olmadığı Finansman sorumlusu Genel Müdür Yardımcısı Türkay Ergun, Deniz Konrapa ile bana " Başkası olsa böylesi bir fikir ayrılığından sonra sizin gibi davranmanızı, kuruma olan bağlılık olduğunu biliyorum" diye dile getirmişti.
Geçmişin bu anılarını, bugünü yaşayanların bilmesinin, daha sağlıklı bir gelecek yaratmaya katkısı olur diye yazıyorum. Olayı ve olguyu birlikte yaşadığımız insanların çoğunluğu hayatta… Bir kez daha kendilerinden eksiklerimizi tamamlamalarını, yanlışları varsa düzeltmelerini istiyorum. Kimse, " Geçmişte kalmış olanları kaşımanın ne anlamı var?" diyen korkak ve ucuzcu anlayışa sığınmamalı. Hep birlikte yaptıklarımızın, yapamadıklarımızın hesabını gönüllü olarak vermeliyiz.
Bir sonraki yazıda IFC'nin fizibilite incelemesi ve teknik yardım anlaşmasına ilişkin gelişmeleri anlatacağım.