İhracatın Yıldızları yarışmasının düşündürdükleri...
İhracatın Yıldızları belli oldu.
Ödüller geçen hafta sahiplerini
buldu…
Türkiye’nin bu alandaki tek
yarışması; İhracatın Yıldızları’nı
2002’den bu yana
gerçekleştiriyoruz…
DHL Türkiye’nin işbirliği…
Akbank’ın sponsorluğuyla…
Aktaş Holding’in “Yılın İhracatçısı”
seçildiği yarışmanın detaylarına
girmeyeceğim…
Toplam 18 ödülü kazananlar
geçen hafta gazeteniz DÜNYA’da
geniş yer aldı…
O akşam kürsüden de söyledim:
DHL Express Türkiye Bölge Direktörü Michel Akavi'nin "İhracatın Oscarları" adını taktığı bu yarışmaya başından beri hep inandık…
Çok da sevdik…
Hareket noktasını, arkasındaki aklı sevdik…
Eskimeyen ideallerini sevdik...
Akbank Genel Müdürü Ziya Akkurt…
O dönemde genel müdür yardımcısıydı…
İhracatın Yıldızları'na büyük destek verdi.
Sadece sponsorluk olarak değil…
Akılla fikirle...
Türkiye'nin ihracatçılarına moral aşılayan yarışmanın temellerinde onun da emeği var...
Amaç, büyüklerin yanı sıra, küçük ve orta boy firmalarımızı da ihracata teşvik etmek…
Çünkü inanıyoruz ki, Türkiye ihracatının geliştirilmesi için…
Çeşitlenmesi ve zenginleşmesi gerekiyor.
İşte onun için İhracatın Yıldızları yarışmasında;
Peynir altı suyunu katma değerli bir ihracat ürününe dönüştürenler,
Çekirgeyi konserve haline getirenler…
Laboratuar fareleri için koşu bandı, tabutlar için soğutucu üretip…
En uzak pazarlara satma becerisini gösterenler ödüllendiriliyor.
Mutluyuz ki, ihracatın kocaman adımlarla büyüdüğü bir döneme tanıklık etti İhracatın Yıldızları…
Hem tanıklık etti, hem de moral desteğinin yanı sıra maddi ödülleriyle de karınca kararınca destekledi bu süreci…
2009'daki kriz ve onu takip eden 2010 yılını saymazsak…
2000'li yıllardan bu yana, Türkiye'nin ihracatı hızlı ve sürekli bir gelişme gösteriyor.
Biliyorsunuz, daha geçen ay, nisan ayında ihracat Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdı…
Beklenen o ki, böyle giderse, 2008'i de geride bırakıp…
135 milyar dolarla Türkiye'nin yeni ihracat rekoruna tanık olacağız…
Şimdi, gelelim asıl söylemek istediğime…
Türkiye ihracatı yeniden atılıma geçmişken…
İşler iyi gidiyorken…
Belki başka şeyleri de konuşmak zamanıdır!
İhracatın kalitesini artırmak gibi…
Sürdürülebilir ihracat gibi…
"Sürdürülebilirlik" yeni bir kavram…
Dilimiz bile tam dönmüyor söylerken…
Siyasetçisinden gazetecisine
İçini de iyi doldurmuyoruz…
Kimi "istikrarlı" anlamında kullanıyor…
Kimi sadece "çevrecilik" gibi algılıyor sürdürülebilirliği…
Oysa bu kavramdan kasıt, sistemin devamı…
Sürdürülebilirlik…
Bir sistemin…
Kaynaklara veryansın etmeden…
Aşırı kullanımla tüketmeden…
Hasılı, temel dengeleri bozmadan…
İşlerini kesintisiz sürdürmesini tarif ediyor…
Kısacası, sürdürülebilirlik bir yetenek…
"Daimi olma yeteneği…"
Tabii, işin içinde sürdürülebilirlik varsa…
Ekoloji de var…
İşin kökü bu…
Doğaya karşı sorumlu davranmak esas…
Ama sürdürülebilirlik, herhangi bir sisteme uyarlanabilir…
Birleşmiş Milletler'in 1987'de getirdiği tanımına göre:
"İnsanlık, gelecek kuşakların ihtiyaçlarına cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarını sağlayarak, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir…"
En güzel örnekler enerjiden…
Çoğumuzun aklına yatıyor:
Petrol, doğalgaz gibi yenilenmeyen enerji kaynakları yerine…
Güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı…
Hem doğaya karşı sorumluluğu…
Hem verimliliği…
Yerel kaynakların kullanımı ile ekonomide gelişmeyi…
Refah ve çevreye duyarlı yaklaşımla sağlıklı toplumları beraberinde getirecek…
Sürdürülebilirliğin sağlanmasıyla, dünya insana ev sahipliğine devam edecek…
Ancak, işler yukarıdaki çizildiği gibi işlemiyor şu sıralar…
Biz ne kadar, "kandırmaca" desek de…
Kalabalıklaşan, büyüyen dünyada artan karbon oranı da…
Onun tetiklediği küresel ısınma artık öyle kolayca kulak arkası edilecek gibi değil…
Açıkçası, elbirliği ile dünyayı çürütmeye devam ediyoruz…
Suça iştirak oranı farklı olsa da…
Kimse suçtan muaf değil…
Mesela, çimentoda…
Bu sene Türkiye'de çimento sanayinin 100'üncü yılı…
En eski, en temel birkaç sektörümüzden biri…
Hem üretimde hem ihracatta Avrupa'nın lideriyiz…
Dünyada ise üretimde 4, ihracatta 3'üncüyüz…
Geçen yıl 1 milyar dolar civarında çimento ihracatı yaptık…
Ama Türkiye'nin koşullarını dikkate aldığımız zaman…
Çimento ihracatını bu kadar zorlamalı mıyız?
Türkiye'nin çimento ihracatı ne kadar sürdürülebilir?
Çimentocular kendileri söylüyor:
Bir anlamda toprağın enerji ile yoğrulması çimento dediğimiz şey…
Maliyetinin yüzde 70'i enerji…
Ve o enerji bizde yok…
Petrol olarak, doğalgaz olarak, dışarıdan alıyoruz…
Ödediğimiz fatura da belli…
Laf aramızda 35 milyar dolarcık!
Üstelik petrol fiyatları biraz yukarı çıksa…
Ya da ekonomi biraz hızlı büyüyeyim dese…
Hemen 50 milyar dolara koşuyor…
İşte Başbakan Erdoğan'ın "çılgın" Kanal İstanbul projesi…
Bu konuda sözüne en itibar edileceklerden İNTES Başkanı Şükrü Koçoğlu'na göre maliyeti 50 milyar…
Kısacası, petrole, doğalgaza verilen parayla en az bir "çılgın proje" duman olup uçuyor…
Hem de her yıl…
Ya da bırakalım çimentoyu…
Şu anda Türkiye'nin ihracat lideri otomotive bakalım…
Bu yıl 22-23 milyar dolar ihracat bekleniyor…
Çok güzel, çok sevindirici…
Ama acaba nereye kadar?
Bu memlekette refah düzeyi yükselecekse…
İşçi ücretleri de şimdiki seviyesinde kalmayacak.
Mühendis ücretleri de…
Otomotivle devam…
Ama bu sefer sürdürülebilirliğin başka bir cephesinden:
Bursa, Kocaeli, Sakarya havzası…
"Neden Avrupa'nın, Avrasya'nın Detroit'i olmasın?
Neden dünyanın yeni üretim üssü olmasın?" diye soruyoruz…
Olsun olmasına da…
Bunun kararını vermek ne kadar bizim elimizde?...
Efendim, malum seçim dönemindeyiz…
Mazur görün, ben de biraz kendimi kaptırdım…
Ama şimdilik söyleyeceklerim de bundan ibaret…
Amacım, asla kötümserlik yaymak değil…
Kaldı ki, Dünya Gazetesi olaylara iyimserlik-kötümserlik penceresinden bakmak yerine…
Sorunların algılanması ve belirlenmesinde olabildiğince gerçekçi…
Ancak çözüm için sonuna kadar umutlu ve pozitif yaklaşmaya çalışıyoruz…
Çimento, demir-çelik, otomotiv… Nereye kadar?
Mehmet Göçmen…
Bu yazıda bahsettiğimiz çimento sektörünün önde gelen aktörlerinden…
Türkiye'nin devlerini yönetiyor…
Bünyesinde Akçansa ve Çimsa'yı barındıran Sabancı Çimento Grubu'nu…
Sayın Göçmen aynı zamanda İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği'nin Başkanı…
Gamze Şener arkadaşımızın kendisiyle yaptığı söyleşiyi yarın gazetemizde okuyacaksınız…
Söyleşi sırasında, biraz önce bahsettiğimiz konularda önemli saptamalar yaptı Göçmen…
Hani, Olacak O Kadar'ın "Tam yerine rast geldi; manzara koyduk" misali…
İşte Sayın Göçmen'in söyledikleri de bu yazıda değinmeye çalıştığımız konuya tam denk geldi…
Cuk oturan o bölümleri, konumuzla ilgili olduğu için bugünden bu köşeye taşıdım.
Yarın, Mehmet Göçmen'in "sürdürülebilirlik lafları ile kandırılıyor muyuz?" sorusundan, "Çin'in değişen politikalarına" birçok konudaki görüşünü ilgi ile okuyacaksınız…
Aşağıya aktardıklarım, sorgulayan beyinler için sadece iştah açıcı niyetine:
"Otomobil ihracatı… Daha ne kadar yapabiliriz?
Bu soruyu demir-çelik ya da benim sektörüm çimentoya da uyarlayabilirsiniz…
Düşünmemiz lazım:
Bizim otomotiv sektörünün bu denli ağırlıklı olmasının arkasındaki kalıcı rekabet avantajları nelerdir?
İşçilik ise, hatta yan sanayideki işçilik ise…
O yan sanayideki rekabetçiliğe bakmamız lazım.
Çünkü tüm bunların bileşkesi bizi rekabetçilikte 3'üncü ligde oynatıyor.
Biz iktisaden şampiyonlar liginde oynamak için yola çıkıyoruz.
Ama rekabetçilikte 3. ligde oynuyoruz.
Dolayısıyla bu sürdürülebilir değil…"
İSTATİSTİK TUZAK OLABİLİR
"İstatistik bazen tuzak sonuçlar doğurabilir. Geçmiş yıllara göre yapılan değerlendirmeler her zaman doğru olmayabilir. Gelecek yıllarla mukayese edildiğinde yanlış yönlendirmeler söz konusu olabilir. O zaman düşünmeye, yeni vizyona ihtiyacımız var. Demir-çelik, çimento, otomotiv gibi sektörlerin yarattığı istihdamın yerine ne koyabiliriz sorusuna o zaman cevap verebileceğiz."
YERLİ SERMAYE ÖNEMLİ
"Biz ancak dışarıdan gelen sermaye ile mi ayakta durabileceğiz?
Yabancı sermaye Türkiye'nin demografik yapısına geliyor.
Sürdürülebilir olmadığını görürse, geldikleri gibi gidiyor. Kalıcı olan gene burada yaratılan değerdir. Dolayısıyla çok da parlak bir resim karşımıza çıkmıyor. Ben karteller oluşturalım, piyasalardaki durumumuzu kötüye kullanalım demiyorum. Ama en azından Batı kadar olalım. Tabii ki, hakim durum kötüye kullanılmasın. Ama bizde, "yaratmayı engelleyelim, çünkü yaratırlarsa bunu muhakkak kötüye kullanırlar" anlayışı var. Kriz dönemlerinde ve Türkiye'nin geleceğinin şekilleneceği dönemlerde bence bu daha da fazla ön plana çıkıyor."
ADIMLAR BİRAZ ESNETİLMELİ
Türkiye, bir şekilde, rekabet hukukunun iktisadi boyutunu tartışmak ve yeni roller tanımlamak durumunda. Cezai boyutuyla hiçbir derdim yok. Sonradan mevzuatımıza dahil olmuş, Batıya çok öykünerek atılan adımların biraz daha esnetilmesi gerekliliğini hissediyorum. Batı bu noktaya 150 yıllık bir sanayi birikiminden sonra geldi. Bizimki kaç yıllık? Üstyapımızı çok hızlı götürüyoruz o da ülkenin yapısına çok uymuyor.
YENİ DÜZENE YENİ PROJELER
2008 sonrası dünya yeni bir dünya. Yeni projeler geliştirmek gerekiyor. Mesela, turizm…
Bir hesaplayalım: Türkiye'ye 70 milyon turist gelse cari açık sorunumuz kalır mı?
Gelen turist enerji harcayacak ama yüksek döviz de kazandıracak… Dolayısıyla cari açık sorunu kalmayacak. Bizim gibi bir ülkede enerjiye, ucuz emeğe dayalı sektörlerin dünya ölçeğinde rekabet edebilmesi, dolayısıyla kalıcı olması çok zor. İşin odağına sanayileşmeyi değil de, başka şeyleri koyup, sanayiyi onun etrafına ördüğümüz zaman, çok olumlu bir sonuca gitmiş olabilirsiniz. O zaman, ihracata yüklenmek yerine getirdiği sonuçlar daha farklı olacaktır. Bence, bugün Türkiye'nin itibarına yatırım yapmamız lazım. Yoksa, hep ikinci sınıf oluyorsunuz… Türkiye'nin itibarı yoksa hiçbir şirketin de yoktur!