İhracat ile ithalat kavgalı mı?
Bu sohbetin konusu için düşünürken, önüme gazetemizde yer alan değerli İbrahim Ekinci arkadaşımızın haberini okuyordum. Dikkatli bir değerlendirme yapan arkadaşımız, bu yıl içerisinde daha önce de iki kez değindiğim, ithalat ve ihracat arasındaki dengesizliğin ekonomiye verdiği rahatsızlıkları sayısal olarak ortaya koymuş.
Beni en çok şaşırtan konu, ihracatın tüm ekonomiye yayılmasına ve A'dan Z'ye bütün işletmelerin ihracata yönelmesine karşın, ihracat yaptığımız birçok kalemde, aynı zamanda yoğun ithalatçı olmamız. İthalatçı olmamızdan ve bunun ihracat için kullanılmasından şikâyetimizin olmadığını hep vurguluyoruz. Bakınız Japonya örneğine ve hele Hollanda örneğine. İthalat rakamları insanı korkutacak kadar yüksek ancak ihracat rakamları da bu korkuyu tamamen ortadan kaldıracak kadar yüksek. Üstelik Hollanda üretim yapacak toprağı olmamasına karşın, yaptığı tarım ürünleri ihracatı ile de öne çıkıyor.
Peki, öyle ise "Bizim neremiz eğri" diye sormak gerekmez mi?
1980 sonrasında Japon modeli esas alınarak oluşturulan "Dış Ticaret Sermaye Şirketi" yapılandırılmasının ne kadar başarılı olduğu tartışmaya açık bir konu. Anlı şanlı holdinglerin DTSŞ kuruluşlarının nerelere kadar çıktığını ve nerelere gerilediğini hepimiz biliyoruz. Kendi kusurları olmayan hayali ihracat davaları ile boğuşmaktan, ihracat ile uğraşmaya ne kadar vakit buldukları da ortada. Çoğu KDV iadesi kurumu gibi davranıp, başkasının sırtından rant elde etmeye çalışıyordu ki bunun sonucu da ortada.
Güç birliğini amaçlayan "Sektörel Dış Ticaret Şirketi" modelinin de, bir türlü ayağa kaldırılıp çalıştırılamadığı başka anlaşılması zor bir gerçek. 1996 yılında yayınlanan SDŞ tebliğinin üzerinden 15 yıl geçmiş olmasına karşın DTM internet sayfasında sadece 10 adet SDŞ görünüyor.
Kuşkusuz ihracatçıya verilen destekler çeşitlendiriliyor, firmaların ihracat için gereken yeterlilikleri kazanabilmeleri için imkân tanınıyor. Ancak tanınan bu imkânların ve desteklerin ne zaman ve nasıl ödendiği de başka ama çok ciddi bir sorun olarak orada duruyor. Başka bir sohbetimizin başlığı, bununla bağlantılı olarak "Devletin cebinde akrep mi var " olmuştu. İhracatçılara verilecek desteklerin tebliğinin yayınlanması başka bir iş, uygulamasının hızla ve ihracatçıları üzmeden yapılması ise başka bir iş. Bu desteklerin alınması, şansınız varsa ve en iyi ihtimalle 3 ile 6 ay arasında gerçekleşiyor. Dosyanız tam bile olsa, başvuruyu izlemek için sorduğunuzda "Müsteşarlıktan cevap bekliyoruz" yanıtı sizi karşılıyor.
İhracata verilen mal çeşidini, ithalatta alınan mal çeşidi ile karşılaştırdığınızda "Biz neler yapıyoruz" diye sormamak imkânsız. İthal ettiğimiz malların yerli üretilebilen büyücek bir kısmını ihracata veriyoruz zaten. Buradaki sorun şu olsa gerek; "Yabancı alıcıyı bizim ürünümüzü almak için ikna ediyoruz da, kendi ülkemiz alıcısını ikna edemiyoruz." Üstelik yabancıya daha ucuza ve vadeli satıyoruz ve ancak aksine biz alırken peşin alıyoruz.
Devlet ne yapıyor bu arada? Enerji ithalatı faturasını ortaya sürüp "Asıl suçlu bu "deyip duruyor. Alternatif enerji kaynakları için verilen destekleri batılı örnekleri ile kıyasladığınızda ortaya çıkacak olumsuz resim belli. Almanya gibi güneşi kısıtlı bir ülkede bile güneşten elektrik üretme konusunun nerede olduğunu biliyoruz. Rüzgâr enerjisinin bizi sadece serinletmesi, başkalarını tebessüm ile bizi seyretmeye yönlendiriyor.
Sayın Osman Arolat iyi demiş yazısında, ihracatçılar, ithalatçılar ve ekonomi yönetimi bir araya gelip bu konulara bir çözüm arasınlar. Bu ekibe alternatif enerji konusu uzmanı teknokratları da katalım derim.
Şarkının birisinde "Konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz" diye bir mısra vardı sanırım. Bu konuda da herkes bir şey söylüyor da "Kuvveden fiile" başka bir deyişle, "Düşünceden eyleme" geçen yok. Böyle büyük bir sorunun çözümünde devlet önde olup, şu imece dediğimiz geleneği ülke genelinde uygulanabilir hale getirmelidir.