İfakat'in öyküsü

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Bir Karadeniz kadını: İfakat... Arapça kökenli ismi hastalıktan kurtulma, iyileşme anlamına geliyor. Ancak, İfakat, kurtulamamış. 1991 yılında iki kızıyla birlikte Bayraklı Yaylası'nda cinayete kurban gitmiş. Cinayetin esrarı, aradan geçen bunca yıla rağmen hâlâ aydınlatılmamış...

Bir gazeteci: Orhan Tekeoğlu... Trabzon'un Çaykara ilçesinin Taşören, Rumca adıyla Zeleka köyünde doğmuş. İfakat, onun komşu teyzesi, çocukları oyun arkadaşı... "Savunmasız bir kadın iki kızıyla birlikte öldürüldü. Ne kadar talihsizdi... Ömrü hep çalışmakla, hep acılarla geçti. Dönüp baktığımda oradaki kadınlar hâlâ aynı tempoyla devam ediyorlar. Ne için? Yalnızca bir avuç ot, bir avuç mısır unu için" diyor Tekoğlu... Devam ediyor:

"Karadeniz kadını ne yapsın? Hiçbir şansı yok çalışmaktan başka. Okuyorsan eğer kurtuluyorsun ya da kentte yaşayan bir erkekle evlenirsen, ama köyde kaldığın sürece o kısır döngünün içinden çıkamıyorsun. Karadeniz'de o dağlarda, yaylalarda böyle bir hayat var, ben bir belgesel yaparak ona ayna tutmak istedim. Hani karabasan basar da bağırmak istersin, bağıramazsın, sesin çıkmaz, duyuramazsın... O kadınların işte o halde olduklarını düşünüyorum. Onların seslerini, türkülerini, dertlerini kimse dinlemiyor, buna Karadeniz erkeği de dahil."

Belgesel için 1988'e ait video görüntülerini bulunuyor İfakat'in. Bir de kocasının dönemin başbakanına yazdığı mektuplar... "Katilleri bulun, yoksa kahrımdan öleceğim" diye yalvarıyor o mektuplarda yaslı koca ve bir süre sonra da dediği oluyor.

Tekeoğlu'nun çocukluğundan bugüne büyüttüğü düşü, annesini, yengesini, ablalarını, diğer bir deyişle çok yakından tanıdığı Karadeniz kadınının, çileli ama her zaman başı dik karakterini görselleştirecek bir belgesele imza atma hayali, İfakat'te somutlaşıyor...

"Çocukluğumda tanık olduğum görüntülerin hepsi beynime işlemiş" diyor Tekeoğlu, sonra: "Nereye gidersem gideyim o görüntülerden kurtulamadım. Hep birer film karesi gibi dolanıp durdular beynimde. ‘Sizler niye bu kadar çalışıyorsunuz, kendinizi niye bu kadar yoruyorsunuz, ne gerek var?' diye sorardım daha ortaokul yıllarındayken... Tabii ben sorardım, onların bir kulağından girer, diğerinden çıkardı. Ne yapacaklardı? Yapacak başka şeyleri yoktu ki... Mecburlardı buna katlanmaya. Ama ben söyledikçe, bunu bir gün anlatmam gereği kafama sarıyordu. Daha lise sondayken - o zaman belgeselin ne olduğunu bilmiyordum – ‘bunu film yapacağım' derdim. Üniversite hayatım bu proje üzerinde geçti diyebilirim, daha birinci sınıftayken başladım hikâyesini yazmaya..."

Neredeyse 30 yıl sonra kısmet oluyor Karadeniz kadınının belgeselini çekmek:

"Bugün elektrik ve yolun gelmesiyle yaşam tarzı biraz değişti Karadeniz kadınının. 30 sene önce sırtlarında kendi ağırlıklarından daha fazla yükle 5 saat, 6 saat yayladan köye inerlerdi patikalardan, uçurumların kıyısından - onun için biz ‘Uçuruma Yürüyen Kadınlar' dedik alt başlık olarak ‘İfakat'e - şimdi araba yolundan iniyorlar.

Evet, arabayla gidiyorlar, ama bu kez, onun üstünde, otun üstündeler. Yıllarca sırtlarında ot taşıyan kadınlar, arabanın üzerinde daha büyük bir riskle gidiyorlar. Bu kadınların dinlenebildikleri iki an var ya uyku sırasında ya da yolda sırtlarında yükle arkadaşlarını görüp 10 dakika sohbet ettiklerinde, o da yüklerini indirmeden."

Karıncalara benzetiyor Karadeniz kadınını Orhan Tekeoğlu. O dünyada çalışanların dişiler olduğunu, erkeklerin çiftleştikten sonra öldüklerini söylüyor. Karadeniz kadının da evlendikten sonra, kocasının uçup gurbete gittiğine dikkat çekiyor. "Karadeniz kadını aslında özgürdür. Bunun bedeli de nedir biliyor musun, çalışmaktır" diyor. "Doğu Karadeniz'in bin 500-iki bin metre ve üzerindeki dağlarında yaşayan insanların tamamına yakını kadındır. Dağlar, bu kadınların türküleriyle şenlenir" sözcükleriyle filmden ipuçları veriyor Tekeoğlu...

İşte bu kadınların hikâyesi, 18 Şubat Perşembe akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu'ndaki galayla izleyiciyle buluşacak. 45 dakikalık bu belgesel bitti, şimdi ne yapacaksın diyorum Tekeoğlu'na, yanıtı mesajlar yüklü:

"Karadeniz tam bir film platosu. Öyle hikâyeler, öyle bir doğa var ki her türlü ilhamı veriyor. Kamerayı bırakıp gidin, döndüğünüzde film bulursunuz, hem de kurgulanmış bir film. Gidilmemiş, keşfedilmemiş ve gezilmemiş bir bölge orası. Ben filmcilere sesleniyorum gidin Karadeniz'e orada çok farklı bir dünya göreceksiniz. Bir gelin görün orada da bir yaşam var. Ben bunu söylemek istedim belgeselde, zaten aynayı da onun için tuttuk." 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar