İdrak yolları enfeksiyonu!...
Yazının başlığına bakıp şaşırmayın lütfen.
Açıkçası siyasetin içinde bulunduğu koşulları betimleyen ilginç bir ifade olduğunu söylemek gerekir. Ne yazık ki; ekonomi gündemde olmadığı için ve gündemin de dışında kalmayı istemediğimiz için, ister istemez, bazen böyle sosyoloji ve hatta siyaset içerikli yazılar yazmak zorunda kalıyoruz. Geçenlerde bir sohbet sırasında, “ne olacak Türkiye’nin hali?” sorusuna ilişkin değerlendirme yaparken gazeteci kökenli dostumuz bu kelimeyi sarf etti. “İdrar yolları enfeksiyonu” lafındaki “idrar” kelimesini değiştirdi ve “idrak” kelimesini koydu. Gerçekten de bugünün siyasi atmosferine uygun bir söz. “idrak yolları” adeta iltihaplanmış, aklı selim ortadan kaybolmuş gibi.
Ne demek istediğimizi biraz açmaya çalışalım.
Çok net sonuçların alındığı genel seçimlerin üzerinden 2 ay geçti. Bu arada Başbakan Ahmet Davutoğlu’na verilen hükümet kurma görevinin üzerinden de neredeyse 1 ay geçti. Anayasa’da öngörülen 45 günlük sürenin dolmasına bugün itibariyle sadece 18 gün kaldı. 23 Ağustos tarihi geldi çattı.
Ortada koalisyon hükümetinin kurulmasına yönelik sağlıklı hiçbir işaret yok. Hatta artık koalisyonun olacağına ilişkin umut da yok. Erken veya tekrar seçim gündemde öne geçmiş durumda. Önümüzdeki kasım ayı içerisinde bir seçim söz konusu. Bu gelişmelere bakında yazının başlığı anlamlı hale geliyor: “İdrak yolları” kapalı!...
Peki nasıl böyle bir yargıya varıyoruz? Onun nedenlerini sıralayalım.
Türkiye önceliği yok…
Herkes ve başta da siyasiler olmak üzere, insanlar Türkiye önceliğini unutmuş durumda. Oysa hepimiz Türkiye gemisindeyiz. Gemi su alırsa veya Allah korusun batarsa, içindeki bizler de batarız. Sadece batış süresi değişir. Makine dairesinde veya alt katta olanlar daha çabuk batar, buna karşın kaptan köşkünde veya kamaralarda olanlar daha sonra batar.
Sonuç itibariyle herkes batar. Dolayısıyla Türkiye gemisini yüzdürmemiz ve sağlam tutmamız gerekiyor. Bugün siyasilerin böyle bir önceliğinin olduğu söylenebilir mi? Aynı şekilde siyasilerin eskilerden ders aldığı iddia edilebilir mi? Örneğin; Türkiye’nin son yarım yüzyıldaki siyasetinde söz sahibi olan Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Süleyman Demirel gibi karizmatik liderlerin de rahmetli olduğunu hatırlayan var mı?
Kamuoyu önderleri yok...
Bugünün Türkiye’sinde ve hatta dünyasında herkesin kabul edebileceği ve ülke yararlarını ön planda tutan kamuoyu önderleri yok. Siyasette, iş dünyasında, sivil toplum içerisinde fikrine itibar edilen ve söylediklerinden ders çıkarılabilecek olan sivil liderler veya önderler eksik. Açıkçası sıkışanın başvuracağı ve sıkışık durumlarda ne yapılacağı konusunda fetva sahibi insanlar yok.
Böyle insanlar olmayınca ve ehil olmayanlar da hak etmedikleri yüksek yerlere gelince istişare veya müşavere ihtiyacı ortadan kalkıyor. Oysa dinimiz de istişareye önem veriyor. Ama sözün ona dini bütün siyasiler (!) böyle bir ihtiyacı hiç duymuyor.
Empati yok…
Galiba en büyük eksikliklerimizden birisi de empati yapıp kendimizi karşımızdakinin yerine koyamamaktır. Karşımızdakinin yerine koymak, onun koşullarını anlamak adına önemlidir. Özellikle siyasi liderler, aldıkları kararlar öncesi, acaba bu olaya kendisi muhatap olsaydı nasıl davranırdı sorusunun cevabını aramalıdır. İktidardakinin muhalefeti ve muhalefettekinin de iktidardakini anlaması çok önemlidir. Dünyada hiçbir şeyin kalıcı olmadığı, bir gün kendisinin de benzer soruna muhatap olabileceği unutulmamalıdır.
Gerçek demokrasi yok!...
Galiba en önemli sorun da bu. Her şeyden önce demokrasilerde siyasi partiler vardır; ama siyasi partilerde demokrasi yoktur. Siyasi partilerde kurulmuş olan kast sistemini aşacak hiçbir güç söz konusu değildir. İktidarı ve muhalifi bu konuda hemfikirdir. Milletvekillerinin liderlerin iki dudağı arasında belirlendiği ve adeta siyasi memur gibi atandığı, liyakatin veya hizmetin yerini sadakatin aldığı, teşkilatların kaderinin parti merkezlerine bırakıldığı, taban politikasının hiç olmadığı ve hatta zararlı sayıldığı bir ortamda demokrasinin gelişmesini beklemek saflıktır.
Aynı şekilde “kavramları, kuralları, kurumları” olmayan bir demokrasiden nasıl bahsedilebilir? Demokrasinin olmazsa olmazı sendikaların esamesi okunmuyor. İş dünyasının ve sivil toplumun gıkı çıkmıyor. Üniversiteler adeta dilini yutmuş gibi hiçbir toplumsal konuda tavır sergilemiyor. Aydınlar susmayı tercih ediyor.
Bunlar niçin şu andaki hükümet kurma senaryoları veya komedisi karşısında tavır alamıyor? Herkes suskun, önüne bakıyor!...
Sözün özü şu: yaşananlara veya gelişmelere bakılırsa; Türkiye’de bir akıl tutulması veya başlığa uygun biçimiyle idrak yolları enfeksiyonu var!... Dolayısıyla sonuçlarına da hep birlikte ve ağır bir biçimde katlanmak zorundayız.