ıdare
ANKARA'DAN / Taylan ERTEN Türkiye'nin yerel yönetim sistemi evrensel yapılanmaya uygun olarak "merkezi idarenin" vesayetine tabi. Bu ilişki ülkelerin coğrafi durumu, ulusal, sosyal ve ekonomik şartları, kamu hizmetlerinin gereklerine göre farklılıklar içerebilir. Bazı ülkelerde merkez-yerel dengesi yetki, sorumluluklar ve "demokratik ölçütlerin" kıvam esnekliğine bağlı olarak yerele doğru ağır basabilir. Ama, dengedeki ağırlık dağılımı ne olursa olsun, merkez her zaman merkezdir. Nitekim, Anayasa Madde 123/5: "Merkezi idare, mahali idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahiptir." Merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki "vesayet gücünün" sertliği, esneklik derecesi veya yumuşaklığı meselesi de "demokrasi kavramının" temel tartışma konularından birisi. Bu tartışma, son yıllarda Türkiye'nin gündemine de ara ara girip çıkıyor. Özellikle, "yerel güçlenmeyi" ve hatta "bölgesel özerkliğe" kadar gidecek bir yapılanmayı hassaten "Güneydoğu sorunu" ekseninde merkezi yönetimin vesayet gücü karşısına "denge" ağırlığı olarak koymayı savunan Avrupa Birliği tartışmanın "hararetini" artırmaya çalışıyor. Öncelik kaynak paylaşımı Türkiye'nin yerel yönetim sisteminde bu tür tartışmalar "marjinal"dir. Asıl tartışma ve talep, yerel yönetimlerin kaynak sorunu üzerinde yoğunlaşıyor. Kaynak sorunu ortaya yeni çıkmış da değil. Bu ülkede işçisine, memuruna maaş ödemek için zamanın Maliye bakanlarının makam odaları önünde "açlık grevine" yatan belediye başkanları bile hatırlanır! Bugün durum eskiye göre daha farklı. İl özel idareleri de dahil ama özellikle belediyeler yasal imkanlara dayalı rutin kaynak yaratmanın yanı sıra, iç ve dış "borçlanma" yetkisine de sahipler. Ancak, bu kaynaklar, gittikçe büyüyen hizmet gerekleri karşısında yetersiz. Tabii, "vasi" olmak da kolay değil! Merkezi yönetim vesayeti altındaki yerel yönetimler için elini cebine atmadığı veya atıp da "cimri" davrandığı sürece kaynak sorunu gündemden düşmüyor. Gerçi, Türkiye'de merkezi yönetimin yerele karşı ilgisiz kaldığını söylemek haksızlık olur. Ama, bu ilgideki "cömertlik payının" umulan ölçüde artmadığı da belirtilmeli. Bir misal olabilir: Cumhuriyet'in kuruluşundan beri belediye sisteminin kaynak sorununa ilişkin yasal düzenleme sayısının 6'da kalması, 7'ncinin 2008 yılında gündeme gelmesi, merkezi idare "cömertliği" açısından pek de olumlu bir gösterge sayılmaz. Eldeki kuş... AKP Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün ile 16 arkadaşının TBMM'ye sundukları, Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edilen "İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi", yerel yönetimlere merkezi bütçeden sağlanan kaynak desteğini artıran yönüyle olumlu bulunuyor. Ayrıca, merkez" bütçe paylarının dağıtımında şimdiye kadar uygulanan "nüfus" ölçütünün, beldenin yüzölçümü, ekonomik gelişmişlik düzeyi, kapsadığı kırsal alan nüfusu, köy sayısı gibi, dağıtımda rasyonelliği ve adaleti kısmen de olsa güçlendirecek ölçütlerle desteklenmesi de olumlu gelişmeler. Yerel yönetim camiasının bu teklifin bir an önce yasalaşmasını beklediği anlaşılıyor. Haklılar: "Eldeki kuş" her zaman "daldaki kuştan" iyidir! İyidir de... Gerek teklifin komisyon görüşmeleri sırasında muhalefete mensup üyelerin dile getirdikleri ve "muhalefet şerhlerine" yansıttıkları eleştiriler önemlidir. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Başkanı Asım Güzelbey'in kaynak yaratımıyla ilgili "haklı" önerileri de dikkate alınmayı hak edecek önem ve değerde. Çünkü "kuş" misalinin aksine, "eldeki yasa" her zaman "en iyi yasa" değildir!