İcraat da önemli, algılama da…

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Zaman öyle hızlandı ki; iki, üç ay öncesinde olanların üzerinden en az bir yıl geçmiş gibi. Eskiden sadece lastik patlatmadan araba kullanmakla yetinmeyip araziyi engebelerden temizlemek gereği üzerinde dururken, şimdi soluduğumuz havada ortaya çıkan süresi belirsiz bir oksijen azalması ile de başetmek zorundayız. Cari açık sorununu çözmek gibi köklü bir yapısal dönüşüm kısa zamanda sağlanamayacağına göre, bütün dikkatimizi ve enerjimizi son birkaç yıldaki kazanımlarımızı mümkün olan asgari kayıpla korumaya ve bunun için de halen en önemli kozumuz olan yüksek faizin yanına ülkeyi gerçekten güvenli liman haline getirecek başka özellikler katmaya yoğunlaştırmamız gerek. Rating kuruluşlarının ülke riski haritalarında Meksika, Malezya ve Romanya'dan, hatta Mısır ve Kolombiya'dan aşağıda, Moğolistan ve Nijerya ile aynı düzeyde bulunduğumuz sürece mucizevi çıkışlar gerçekleştirmemiz zor.

Gerçek ile algının uyumu

Nobel ödüllü iktisatçı Mundell'in küresel mali krizin sebeplerini özetlemek için yaptığı "gerçek ile algı  arasında uyumsuzluk ve karmaşa" tanımı, krize karşı ve aslında geliştirilecek olan her türlü politika tedbirleri için de geçerli bir özelliğe temas ediyor. Sorunların teşhisi, analizi ve tedavisi için gösterilen özen kadar, bu konulardaki etkinlik ile ilgili olarak kamuoyunda yaratılan algılamanın da önemi var.

Türkiye krizi hissetmeye üç ay gibi bir hızlı zamanda oldukça uzun sayılacak bir gecikme ile başladı. Bundan üç buçuk ay önce, ağustosun ortasında, enflasyon oranı yüzde 5'i aştığı ve büyüme durduğu için reel sektör finansmanı ve iç talebin canlandırılması amacıyla İspanya kapsamlı bir tedbir paketi açıklamıştı. Buna rağmen kamuoyundan krizin geç farkına varıldığı gerekçesiyle hükümete eleştiriler yöneltilmiş ve daha önceki aylarda alınan münferit tedbirlerin hemen hiç algılanmadığı anlaşılmıştı. Bizde de son iki ayda hükümetin kriz ile ilgili yoğun çalışmalar içinde olması ve adım adım eylem ve pozisyon belirlemesi ne kadar olumlu olursa olsun, algılamanın bunun gerisinde kalması, hedeflenen sonuçlara tam anlamıyla ulaşılmasını güçleştirebilir.

Mundell ile aynı konferansta konuşan Maliye Bakanı'nın sözleri, hükümetin ekonominin sorunları ve krizin etkileri konusundaki bilgisi ve kararlılığı yönünden ferahlatıcıydı. Nitekim başta mali disiplin ve bütçe performansı olmak üzere Maliye politikalarında güven veren bir istikrar var. Para politikaları, özellikle Merkez Bankası'nın duruşu açısından da benzer şeyler söylenebilir. O halde yapılacak olan, artık toplumun çeşitli kesimlerinden öneriler toplandığına ve alınacak tedbirler konusunda etki analizleri ve senaryo çalışmaları muhtemelen sonuçlandığına göre hükümetin önem ve öncelik sırasını gözeten açık ve kararlı bir irade açıklamasıdır.

Ayaklar yere basmalı

Varlık fiyatlarında yeni dengenin oluşmasına kadar krizin süreceğine ve bu süreç boyunca ABD Doları büyük ihtimal ile güçleneceğine göre, acil durum senaryolarında ve eylem planlarımızda bunu dikkate almamızda ve kendi pozisyonumuz ile ilgili olarak gerçekçi olmamızda yarar var.

Son zamanlarda en fazla şikayet duymaya alıştığımız düşük döviz kuru döneminin sona erişi, şikayet eden kesimlerde dahi fazla bir rahatlama yaratmamış görünüyor. İhraç pazarlarındaki yavaşlama ve dövizli ithal girdi maliyetinin artışı gibi firma düzeyindeki görünür nedenler dışındaki makro planda da bunun karmaşık yansımaları var. Euro ile dolar paritesindeki gelişmenin aleyhimizdeki etkisini bir yana bıraksak bile, döviz kurundaki yükselişin dış ticaret dengesine olumlu etkisine karşılık doğrudan yatırım girişine olumsuz etkisi var. Hele bizde olduğu gibi yüksek bir volatilite söz konusu ise bu olumsuz etki katlanıyor. Yani cari açığın farklı bileşenleri üzerinde farklı etki mekanizmaları söz konusu. Ancak kuşkusuz ulusal paranın değerlenmesi, sadece yüksek faizden değil, verimlilik ve katma değer artışından destek almalı; aksi takdirde kalıcı olmaz.

Öte yandan kamuoyundaki tartışmalarda da ölçünün kaçmaya başladığı gözleniyor. Sözgelişi seçici olmaya bile gerek duymadan bütün vergilerin düşürülüp kamu harcamalarının artırılması taleplerini ciddiye almak zor. Böyle davrananlar ya enflasyonun azdırılmasını istiyor ya da sorumluluk taşımıyor olmalı.

Bankacılık ve reel kesim birbirine bağlı

Bankalarımızın sağlığı ile reel kesimin gücü arasındaki karşılıklı bağımlılık da zaman zaman gözden kaçırılıyor. Bırakalım sermaye ya da garanti desteğini, mevduat munzam karşılık oranlarının düşürülmesi ya da geri dönmeyen kredileri zimmet suçu sayan yasa hükmünün değiştirilmesi gibi kolay görünen konularda bile henüz hareketlenemedik.

Reel kesime gelince, TOBB çatısı altında bir milyonu aşkın şirketten söz ediyoruz ama 1000 kişinin üstünde istihdam kapasitesi olan şirketlerimizin sayısının neden 216 olduğunu irdelemiyoruz. Belli ölçeği aşan işletmelere çalışma mevzuatı gereği konulan ilave yükümlülükler şirketlerin suni olarak bölünmesine ve zaten çok olan mikro işletmelerin sayısının bir de bu yüzden katlanmasına yol açıyor. Sosyal güvenlik ya da genel sağlık sigortası ile ilgili sistem çözümleri geliştiremediğimiz için, ölçek büyüklüğü gibi rekabet gücünün temel parametrelerinden birinde kendi işimizi zorlaştırıyoruz.

Ne kadar gerçekçi olursak, çözümlerimiz o kadar kalıcı olacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019