İçi boşaltılan bir kavram olan “sürdürülebilirlik” sürdürülebilir mi?
Sürdürülebilirlik kavramı, hem iklim/ çevre, hem finansman/ ekonomi hem de teknoloji/insanlık tarafında konuşula dursun samimi bir niyet barındırmadıkça sürdürülemez görünüyor.
Sürdürülebilirlik, son yıllarda çevresel, sosyal, ekonomik ve kurumlar bazında olmak üzere pek çok alanda karşımıza çıkan ve neredeyse her alanda yapılan her işin başına eklenen, başına eklenen konuyu da süsleyebilen, bir şeyleri evirmeye çalışan bir sıfat konumuna getirilmiştir.
Öncelikle bu kavramın nereden çıktığına ve nasıl bir dönüşüm geçirdiğine yönelik bir yolculuk yaparak başlayalım:
Tarihçesi sanıldığından çok daha gerilere, 17.yy’a kadar gitmekte bu kavramın… İlk olarak Avrupa’da ormancılık alanında “sürdürebilir ormancılık yönetimi yönergeleri”nde kullanılıyor
Kavramın çıkış noktasından günümüzdeki anlam yolculuğuna evrilmesi ise dünyanın bir forest’dan onun alt bir versiyonu olan jungle’a nasıl dönüştüğünün de göstergesi… Çünkü forest çok fazla ağaç cinsinin olmadığı, jungle ise balta girmemiş ormanları, zehirli bitkileri yani risklerin daha fazla ve öngörülemez olduğu bir alanı ifade etmekte. Yani tam da günümüz ekosistemi gibi…
Çağdaş tarihine kısaca bakacak olursak; sürdürülebilirlik kavramının başta çevre ve nüfus alanındaki küresel gelişmeler çerçevesinde 1960’lardan itibaren dünya gündemine girdiğini görürüz.
Ardından 1972’de Massachusetts Institute of Technology içerisinden bir grup bilim adamının Roma Grubu için hazırlamış oldukları “Büyümenin Sınırları” başlıklı raporda sınırsız ve kontrol dışı büyüme ile dünyanın kısıtlı kaynakları arasındaki çelişki ilk kez gündeme getirilir.
1987 tarihli “Ortak Geleceğimiz” başlıklı Brundtland raporunda ise sürdürülebilir kalkınma; bugünün gereksinimlerini gelecek nesillerin kendi gereksinimlerini karşılayabilme yeteneklerini riske atmadan karşılama olarak açıklanır. Ve bu tanımlamadan bu yana (UN, 1987) “sürdürülebilir kalkınma” uluslararası toplumun ve BM’nin ana politikalarından biri haline gelir. BM’nin küresel bir sürdürülebilir kalkınma programını da zamanın BM Genel Sekreteri Kofi Annan 1999’da Davos’ta, Dünya Ekonomik Zirvesi’nde duyurur.
Ve bu duyuru ile sürdürülebilirlik de küreselleştirme mitinin bir parçası haline gelmiş olur. Kalkınma bağlamında sürdürülebilirliğin günümüzdeki geniş tanımı ise gerek toplumsal gerekse de ekonomik ihtiyaçların sonraki nesillerin yaşama alanlarını tahrip etmeksizin karşılanabilir olmasını sağlamak ve bunu küreselleşerek gerçekleştirmek etiketini kapsamaktadır.
Bu tanımda anlatılmak istenenin gerçekleştirilebilmesi tanımı kadar kolay mıdır?
Hem toplumsal hem de ekonomik gerekliliklerin karşılanma biçimine pratikte bakıldığında, bölgeler ve ihtiyaçlar bazındaki karmaşık ve bütünleşik olmayan yapıyı görürüz. Görürüz ki; bu da dönüşümü hem çok maliyetli hem de uzun bir sürece yayan, bizi günümüzün çelişkili yapısına sürükler…
Ne demek istediğimi güncel gelişmelerden yola çıkarak analiz etmek ve açıklamak istersem:
İlk olarak yeni sonlanmış olan COP 28’den başlayalım. Bu yıl 28. defa düzenlenen konferansta iklim değişikliğinin nasıl sınırlandırılabileceği ve gelecekte ne yapılması gerektiği çeşitli protesto eylemleri altında konuşuldu. 30 Kasım - 12 Aralık arasında gerçekleşen zirvenin sonunda yayınlanan bildirgede fosil yakıtlardan uzaklaşma çağrısı yapıldı.
Peki ne yapılamadı? Bu bildirgede fosil yakıtların aşamalı olarak kullanımından komple kaldırma noktasına nasıl getirileceğine yönelik açık bir atıf bulunulmadı.
100’den fazla ülkenin talep ettiği üzere yenilenebilir kaynaklara dayalı üretimin 2030’a kadar 3, enerji verimliliğinin ise 2 katına çıkarılması öngörüsü tekrarlandı tekrarlanmasına da bu aşamaya nasıl gelineceği netleştirilemedi. Bazı ülkeler yakıtların kullanımının azaltılması gerektiğini söylerken, AB zamanla sona erdirilmesi gerektiğini savundu. Ama sonuç olarak bir fikir birliğine varılamadı.
Bu durumda zirve, çıktıları itibariyle kafaları karıştırmaktan öteye geçemedi.
Dolayısıyla temenniden öteye geçilemeyen zirvede bilhassa da dönüşüme dair finansman kaynakları ve farklı ekonomik modellerin gereksinimleri ile ilgili taahhüt verme noktasında da sıkıntı gözlemlendi. Üstelik geçmişte ABD’nin yaptığı üzere finansman noktasında sözden dönülme riskleri de hâlâ mevcut….
İkinci olarak, diğer bir gelişme de AB’nin yapay zekaya yönelik çıkardığı ilk yasa tarafında yaşandı. Son yıllarda yoğun bir biçimde tartışılan ve ChatGPT gibi yapay zeka şirketleriyle Microsoft gibi devlerin soruşturmasına konu olan yapay zeka konusu, AB’nin dört risk kategorisi ile güvence altına almaya çalıştığı kısıtlarla sonuçlandı.
Oysa burada kısıt yerine dezenformasyon konusunda bir eğitim devrimi yapmak daha doğru olabilirdi. Her geçen gün ABD’e karşı zayıflayan ve kritik konularından biri de hantal kurallarının varlığı olan Avrupa’da teknoloji start up’larının geleceği bu kararlarla sıkıntıya girer mi bilinmez.
Ancak La Stampa’daki bir makalenin başlığında yazdığı gibi Avrupa “hakları” korumada, ya da korumaya yönelik kurallar oluşturmada lider ama piyasada yani icraatta yine zayıf kalacak anlaşılan.
Üçüncü olarak da bir diğer ilginç gelişme Dünya Bankası’nın küresel bir borç krizinden söz etmesi konusu… Üstelik burada küresel yüksek faiz ortamının ekonomisi zayıf ülkelerin iflasına neden olabileceği uyarısında bulunuluyor… İlginçtir ki; bu tıpkı ABD’nin İsrail’e savaşması için silah verip, ateşkese hayır dedikten sonra sivil kayıplarından kaçınması gerektiğini söylemesine benziyor...
Kısaca açıklamaya çalıştığım üzere sürdürülebilirlik kavramı, hem iklim/çevre, hem finansman/ekonomi hem de teknoloji/insanlık tarafında konuşula dursun samimi bir niyet barındırmadıkça sürdürülemez görünüyor. Son olarak çağdaş sürdürülebilirlik kavramının dünyaya dikte edilmesini sağlayan BM’in, ekim ayından bu yana İsrail Filistin meselesindeki sivil ve çocuk katliamına dur diyemeyecek ölçüde tek sesliliğini görmek bile sürdürülebilirlik mottosunun ne denli sürdürülemez bir kavram olduğunun net göstergesi kanımca…
DÜŞÜNDÜREN SORULAR
1-Vicdan, merhamet, sevgi, saygı… Özetle insanlık sürdürülebilir mi?
2 -Dalgalı fikirler midir, riyakâr zikirleri destekleyen?
3- Yatsı da geçti… Sahi, yalancıların mumu nereye kadar yanacaktı?