İbrahim Balaban’ı uğurlarken…

Osman AROLAT
Osman AROLAT AROLAT'tan [email protected]

Ressam ve yazar İbrahim Balaban geçen hafta sonunda 98 yaşında aramızdan ayrıldı. 1960’lı yıllarda İstanbul’da sergi açarken tanıyıp dost olduğum Balaban ile ortak çalışmalarımız da oldu. Onun için bu yazımda ondan söz ederek onu rahmetle anmak istedim.

Geçen hafta sonunda ressam İbrahim Balaban 98 yaşında dalya demeye yakın aramızdan ayrıldı. Kendisini rahmetle anıyorum.

Gazetedeki çalışma odamda da bir tablosu bulunan Balaban’la 1960’lı yıllarda o zaman Beyoğlu’nda bir pasaj içinde ikinci kattaki Belediye Şehir Galerisi'ndeki sergisini hazırlarken tanışmıştık. Galeri’nin bir bölümünde onun, diğer bölümünde Necdet Kalay’ın resimleri yer alıyordu. Balaban o sergideki bütün resimlerini satmıştı.

Bir süre sonra, Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü romanından oyunlaştırılan tiyatronun dekor ve kostümlerini hazırlaması için kendisiyle buluştuk. Yalova vapurunda Seç Köyü'ne giderken oyunu kendisine okudum. Tepkisini, “Laf laf üstüne koymakla tiyatro olmaz, kıpırtı lazım” eleştiri cümlesiyle ortaya koydu. Kara bir fon önünde beyaz bir kuru ağaç ve beyaz bir sabanla dekoru hazırladı. Kıyafetleri bol hazırlarken, “Ağır aksak hareket etmeleri için böyle yaptım. Bitinyalılardan bu yana üretim araçları değişmediği için böyle düşündüm” dedi. İstanbul Festivali'nde oynadığımız oyun söze dayandığı için Balaban’ın eleştirdiği nedenden beğenilmedi. Ancak, bir felsefeye dayalı olan Balaban’ın dekor ve kostüm, onun değimiyle “kılık” çalışması beğeni kazandı.

Balaban’la ilk tanıştığımızda evi Bursa’nın Seç Köyü'ndeydi, Sonra Bursa’ya taşındı “Resimli ev” adı verilen evini yaptı. Sonra İstanbul’da Cihangir’e taşındı. Resimleri çok para ettiği dönemde, “Bu zenginler bir resmime bir apartman daire parası veriyorlar” diyerek, resmine verilen önemi anlatmıştı…

Balaban’ın ressamlığının yanı sıra yazarlığı da vardır.” İz” isimli kitabındaki öykülerinde köy yaşamını duru bir dille anlatır. Ayrıca, “Şair Baba ve Daldakiler”, "Dağda Duruşma”, “Avrupa’da dolaşmak” isimli kitapları da var.

Balaban 16 yaşında Bursa Cezaevi'ne kendi değimiyle “ayıngacılık’tan/kaçak kenevir ekiminden düştüğünde Hazım Hikmet’le tanışmış ve onun telkiniyle resim yapmaya başlamış. Hapisten çıktıktan sonra da resim yapmayı sürdüren Balaban, ilk sergisini 1953 yılında İstanbul’da açmış.
Balaban, çocuk kimlikli, içi dışı bir bir insandı. Onun için kendisiyle dostluğun uzun yıllar sürdü.
Tablolarında ağırlıklı olarak köy yaşamını, tarla/tabanı, düğünleri yansıtan Balaban, birçok desen çizimi de yaptı. Son dönemlerde usta çırak ilişkisi içerisinde oğluna da resimler yaptırdı.
İbrahim Balaban’ı rahmetle anıyorum. Yakınlarına, dostlarına ve Seç köylülerine başsağlığı diliyorum…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar