Hurda ithalatı ya da “anlam dünyalarımız”
Haziran ayının son perşembe günü Çelik İhracatçılar Birliği’nin “Global Hurda Pazarı Değerlendirmesi” başlıklı araştırmanın sunumuna katıldım. Dağıtılan yazılı belgeleri ve açıklamaları gözden geçirdikten sonra aklıma ilk gelen genelleme “düşünce çerçevelerini hızla yitiriyoruz” oldu.
Birçok düşünce insanının vurguladığı gibi,inançlar değişmez referanslara dayalıdır; inançlar saplantı haline gelmişse, değişen olguların bileşen ve bağlamlarını değerlendirmede yetersiz kalabilir. Ekonomi ve siyaset ise sürekli değişen olgulardır. İnançlarımızı taassup haline getirip onlara sığınarak, değişen dünyanın sosyo-ekonomik oluşumlarını açıklayamayız. Hayatın öz gerçeğine bizi taşımayan kavramlaştırmalarla da güncel vu uzun dönemle sorunlarımıza çözümler üretemeyiz.
Sadece inanç sistemlerinde taassuba dayalı düşünce biçimi değil, büyük idelojilerin bizler adına her soruna çözüm üreten kapsayıcılıkları da bitti.
Bilimin bütün sorunlarımıza doğru çözümler üreteceğine ilişkin geçmişteki yaygın kanılar da giderek zemin kaybediyor.
Siyaset ve hukuka olan güvenin de aşındığı bir zaman kesitinden geçiyoruz.
İnsan zihnini etkileyen, yaşam biçimi ve tarzlarını meşrulaştıran düşünce sistemlerindeki “güven kaybı” karar süreçlerindeki çerçevelerin de yitip gitmesine yol açıyor. Bütün bu gelişmeler de kitlelerin “ortak akılda” birleşmesini zorlaştırıyor; çatışma alanları artıyor, üretken enerjimizin verimi düşüyor.
Son dönemde kolesterolden yumurtanın fayda ve zararlarına,tavuk etinden GDO’lu ürünlere, terayağının aklanmasından hurdaya dayalı çelik üretimine daha onlarca konuda işin uzmanı olduğunu söyleyenlerin ve uzmanı olmayanların birbirine zıt açıklamaları kafaları iyice karıştırıyor... Günlük işinde ve gücünde olan, ayrıntı bilime bilme olasılığı düşük, ama kulağı medyaya açık insanlar neye inanacaklarını şaşırmış durumda.
Tartışmaları dinlediğimizde, “Herkes kendine göre haklı, haksızlık nerede?” sorusunu kendimize yöneltmek zorunda kalıyoruz.
Çelik İhracatçıları Birliği’nin bir yabancı kuruluşun desteğini de alarak hazırlattığı raporun ayrıntılarına indikçe “adil yargıya” ulaşmanın ne kadar zor olduğunu; malumatfuruşluk yaparak yazı yazmanın vebalinin ne denli arttığını düşünmeden edemedim.
Eğer, hurda ithalatına dayalı çelik üretiminin ülkemizin kısa, orta ve uzun dönemde yararlarına uygun olmadığını söyleyeceksem;
1. Ülkemizdeki demir cevherlerinin tenörlerini, demir-çelik üretimi için uygunluk düzeylerini,demir- çelik üretimimiz için yeterliliklerini ayrıntısı ile bilmiyorsam, yanıltıcı yargılarla insanların zihinlerini bulandırabilirim.
2. Demir cevheri özellikleri yanında koklaşabilir kömür madenlerimizi, kömürün çıkarılma maliyetlerini, ithal kömüre dayalı üretim yapacaksak, demir cevheri gibi kömürün arz/talep gelişmesini ve olası fırsat ve tehlikeleri de ayrıntılarıyla bilmiyorsam,niyetim iyi olsa da haksızlık batağına saplanabilirim.
3. Demir-çelik üretiminin elektrik enerjisi ihtiyacı,ihtiyacın karşılanması, enerjinin kalitesi ve fiyatlarını rakip ülkelerle karşılaştıracak kadar bilmiyorsam, kestirme yargılarla yanlış algılar yaratmanın günahını yüklenebilirim. Serbest ve adil piyasa koşullarında kendi girişimcimizin “şans eşitliğine” sahip olup olmadıklarını da ayrıntılarıyla analiz ederek net bilgelere ulaşmamışsam,malumatfuruşluk adına adil olmayan yargılara çanak tutmuş olabilirim.
4. Hurdadan çelik üretimi ile cevherden üretimin “fayda/maliyet analizini” bütün bileşen ve bağlamlarını dikkate alan karşılaştırmaları gerçekten bağımsız kuruluşların yaptığı analizlerden öğrenmiyorsam, eksik ve haksız yargılar üreterek “çarpıtılmış algı” yaratılmasına katkı yapmış olurum. 5. Bu kısa yazının sınırları içinde sıraladığımız “bilgi ihtiyacını” netleştirmeden, indirgemeci bir mantıkla birilerini “suçlu” ilan ediyorsam, adil, ahlaki ve insanı bir tutumdan uzaklaşabilirim.
Toplantıdan çıkarken, kimseden yana ya da karşı olmayan, nesnel düşünce üretmekten başka kaygısı bulunmayan biri olmak istediğimi, “anlam dünyamı” sorgulamam gerektiğini de kendime anımsattım. Böylesi bir tutumun “insani değerleri koruma” açısından vazgeçilmez bir “irfan” olacağının altını çizdim. Bütün ciddi konularda yazarken bizlere rehberlik edecek, eksiklerimizi ve yanlışlarımızı söyleyecek “rasyonel otorite kişi ve kurumların eksikliğini” hissettim. Bu eksikliğin “negatif seleksiyon” kültürümüzü alabildiğine yaygınlaştırdığını düşündüm. Net bilgi erişimini engelleyen bu boşluğumuzun elbirliği ile doldurulması gerektiğini düşündüm.