Hükümetin Atlantik ilişkilerine eğilmesi gerekiyor!
Bir ülkenin dış siyasetini belirleyen kadrolar, dış politika alanında bir eyleme yönelmeyi ya da bir politika çizgisi belirlemeyi kararlaştırırken, hem uluslararası aktörlerin hem de konuyla ilgili ülkelerin tepkilerini hesaplamak, yaptıklarının muhtemel sonuçlarını öngörmek durumundadırlar.
Başka ülkelerin düşüncelerini, tepkilerini algılamaksa sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Siyasi yapısı karmaşık demokrasilerin dış politika yapım süreçleri de karmaşıktır. Her ne kadar dış politika yürütmenin bir sorumluluğuymuş gibi görülse de, aslında yasamadan başlayan ve sivil topluma uzanan, kamuoyunu ve kitle iletişim araçlarını kapsayan bir güçler bileşimi bu sürece katılır.
Bu gerçek, yapılan işin sonuçlarını kestirmeyi zorlaştırır. Ülkelerin tepkileri ve mukabil eylemleri hakkında bilgi edinmek kolay değildir. Diplomatik misyonlar raporlar yazar, ülkelerin dış siyasetten sorumlu kadroları birbiri ile görüşür.Günümüzde dış siyasetle ilgili düşünce kuruluşlarının düzenlediği toplantılar da bu iletişim sürecinin bir aracını oluşturuyor.
Geçen haftanın bir bölümünü bir düşünce kuruluşunun düzenlediği toplantı vesilesiyle Washington'da geçirdim. Toplantılara AB üyesi ülkelerden siyasi ve bürokratik şahsiyetler, Amerikan hariciyesinden temsilciler katıldılar. Edindiğim izlenim, Birleşik Devletler'le ilişkilerimizde bizi sıkıntıların beklediğidir. Uyumsuzlukların kaynağı zaten biliniyor: Türkiye'nin İran'ın nükleer programı karşısındaki tutumu, İsrail'le ilişkilerinin giderek bozulması. Bu iki alanda ülkemizin izlediği çizgi tepki görüyor.
İran'la ilgili olarak Güvenlik Konseyi'nin kararına karşı oy kullanmış olmamız derin hayal kırıklığı yaratmış. Türkiye'nin İran'la sürdürmeğe gayret ettiği diyalog onaylanıyor. İlişkiler ne kadar gerilimli olursa olsun, iletişimin açık tutulması gerektiği teslim ediliyor. Ancak çekimser yerine aleyhte oy kullanmak kızgınlık yaratmış. Ayrıca, İran'a gösterilen aşırı yakınlık, hükümet üyelerinde yaygın olarak görülen meydan okuma havası sempati yaratmıyor.
İsrail'e karşı da uzun süredir sert bir çizginin izlenmesi, Mavi Marmara olayı sonrasında aleni ve katı taleplerle İsrail'e çıkış yolu bırakılmaması, barış sürecine karşı olan Hamas'a aşırı destek verilerek sürecin baltalanması iyi karşılanmıyor. Bütün bunları haklı bulmayabilirsiniz, iki yüzlülük yapılıyor diyebilirsiniz ama bunlar durumu değiştirmiyor. İşin ilginç yönü, arada nüanslar olmakla birlikte, AB eğilimlerini yansıtan konuşmacıların da çok farklı düşünmemesi. Uzun zamandır ilk defa ABD-AB dış politika çizgilerinin yakınlaşmasının her iki tarafı da memnun ettiği anlaşılıyor.
Amerikan yönetimi ilişkilere ağır zarar verecek yolların izlenmesi taraftarı değil ama ülke iktidarın yasamadaki konumunu zayıflatacak bir seçime doğru gidiyor. Yönetim güçsüz, Türkiye'ye ayıracak vakti, akılcı politikaları savunacak gücü yok.
Amerikan Kongresi'nde, beklenenden daha kısa süre içinde Türkiye ile ilişkileri zora sokacak gelişmeler beklenebilir. Hükümetimiz bunda benim günahım yok diye düşünebilir ama Atlantik Camiası ile ilişkilerin daha da kötülemesini istemediğini düşünmek isterim. Konuya eğilmek, çareler aramak, bazı bakanların sert demeçler "patlatmasından" daha uygun olurdu gibi geliyor bana. Siz ne dersiniz?