Hükümet IMF'ye angaje olmuş durumda

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Geçen haftaki yazımda özetle "Türkiye'nin kendi istediği koşullarda İMF ile yeni bir stand-by anlaşması imzalaması teknik nedenlerle imkansızdır" demiştim. Aradan geçen bir hafta içerisinde Başbakan'ın önce "gün, hafta bu iş çözülecek" ve sonra da "olursa olur, olmazsa olmaz" şeklindeki demeçleri karşısında görüşümü aynen korumaya devam ediyorum. (Bu arada herhalde Hazine Başbakan'a oldukça müteşekkirdir! Kendisi sayesinde çok yüklü bir itfa 48 milyar TL'lik rekor talep ile karşılandı.) Belli ki Başbakan ısrarlı piyasa beklentilerini karşılamak amacıyla önce o sözleri sarfetmiş, ancak siyasi tepkileri görüp olası anlaşmanın şartlarına da vakıf olunca "siyasi götürüsü getirisinden fazla olacak galiba, o yüzden bu konuda çok da muhtaç gözükmeyelim" kanaatine varmıştır.

Geldiğimiz noktada önümüzde İMF ile ilgili 3 seçeneğin olduğu görülüyor. Birincisi hiçbir anlaşma imzalanmaması ve oyalama faslının yeni turlarla devam etmesi. Ancak bu sefer Başbakan'ın ilk demeciyle ok yaydan çıkmış durumdadır. Hiç bir anlaşmanın imzalanmaması piyasalarda negatif bir algılama yaratacaktır. Zaten son veriler ekonomik aktivitede hızlı ve güçlü bir toparlanma olmayacağını net bir şekilde teyit etmektedir. (Aralık ayı kapasite kullanımı beklentilerin oldukça altında kalmıştır. Tüketici talebi zayıf kalmaya devam etmektedir. İşsizlik rakamlarında artışın devam etmesi beklenmektedir. Ülkeye giren uzun vadeli fon akımları kısıtlı kalacaktır. En önemli ihracat piyasamız olan AB'nin toparlanmasının 3 yılı bulacağı ifade edilmektedir. vs. vs.) Değil erken seçim, normal seçim dönemine kadar bile enflasyon ve piyasa faizleri gibi temel göstergeleri tehlikeye sokmadan siyasi ve ekonomik anlamda küskün olan oyları toparlayabilecek bir canlılık yaratılması mümkün gözükmemektedir. Bu şartlar altında zaten zayıflamış olan beklentileri iyice kırarak hiç bir anlaşma imzalanmaması düşük bir olasılıktır.

İkinci seçenek piyasaları yatıştırmak amacıyla koşulları düşük ya Hazine kullanım imkanı kısıtlı ve düşük montanlı (10 milyar dolar civarı) ya da Hazine kullanım imkanı hiç olmayan ama daha yüksek montanlı (30 milyar dolar civarı) bir yıl vadeli bir Esnek Kredi Hattı (FCL) anlaşması imzalanmasıdır. Daha önce de belirttiğim gibi böyle bir anlaşmanın gerekçelendirilmesi zor gözükmektedir. Ana şartlardan biri söz konusu ülkenin altyapısal reformlarını tamamlamış ve güçlü ekonomik temelleri olan bir ülke olmasıdır. Bu imkan bugüne kadar 3 ülkeye (Polonya, Meksika ve Kolombiya) tanınmış ve hiçbiri de kaynak kullanımı yapmamıştır. Öte yandan, son dönemde uluslararası derecelendirme kuruluşlarının bir yerden emir almış gibi peşi sıra "rating" artırımına giderek Türkiye'nin rating'ini bu imkanı kullanan ülkelerden biri olan Kolombiya'nın seviyesine çıkarmış olmaları, Türkiye'nin elini güçlendirmiştir. Bu imkanı Kolombiya'ya kullandıran İMF'nin Türkiye'ye itiraz etmesi oldukça zordur.

Üçüncü seçenek ise İMF ile önden yüklemeli, Hazine'nin kullanımına amade ve yüksek montanlı (25 milyar dolar ve üstü) 3 ve üstü sene vadeli yeni bir stand-by anlaşması imzalanmasıdır. Açıkçası, geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi, böyle bir anlaşmanın, her şeyden önce teknik nedenlerle olası olduğunu düşünmüyorum. Türkiye bir ödemeler dengesi krizi yaşamamaktadır ve önümüzdeki dönemde (petrol fiyatlarının aşırı yükselmesi senaryosu dışında) böyle bir kriz yaşama ihtimali çok düşüktür. Ayrıca, böyle bir anlaşmayla, İMF tarihinde ilk defa "rating" notu artan ve merkez bankasının piyasalardan ihale yoluyla döviz toplamakta olduğu (ve böyle bir anlaşma sonrası daha da fazla toplayacağı) bir ülkeye döviz yardımı yapmış olacaktır. Diyelim ki, ABD'nin de baskısıyla İMF minareyi kılıfa uydurarak böyle bir imkan sağlasın; o zaman da anlaşmanın özellikle maliye politikası bakımından oldukça kısıtlayıcı şartları olacaktır. Ayrıca bu seferki SBA'nın carry-trade'ciler dışında bir yabancı yatırımcı ilgisi ile karşılanması olasılığı düşüktür. Unutmayalım ki, 2001'de şartlar çok farklıydı. Bankacılık sektörü ve kamu maliyesi neredeyse "iflas" noktasına gelmişti, ekonomik gidişat bakımından yabancıların büyük çekinceleri vardı. Bugün ise belki istediğimiz ekonomik canlılığı sağlayamıyoruz ama ekonomimiz batma noktasında falan değil. Bu şartlarda imzalanacak bir SBA, bazı yabancı çevrelerde ters etki bile yapabilir; "biz bu ülkenin sağlam olduğunu düşünüyorduk, SBA imzaladığına göre bir şeyler tahminimizden çok daha kötüymüş herhalde" şeklinde tepkiler bile gelebilir.

Beklendiği kadar olmasa bile, mutlaka ki, bu üç seçenekten birinin gerçekleşmesi durumunda Türkiye'nin ekonomik performansı ve göstergelerinde bazı farklılıklar da oluşacaktır. Birinci seçenek olan anlaşma imzalanmaması durumunda Hükümetin OVP tahminleri paralelinde bir performans bekleyebiliriz. Politika faizleri düşük kalmaya devam edecek, ancak kamu açıklarının yaratacağı baskınlama etkisi nedeniyle piyasa faizlerinde bir miktar artış söz konusu olacaktır. İstihdamda sene ortalaması %14'lerde kalacak ve büyüme de %3.5 civarında gerçekleşecektir. Düşük seyredecek iç talep ve yatırımlar nedeniyle kurlarda ve enflasyonda fazla bir artış beklenmemelidir. İkinci seçenek olan düşük şartlı ama düşük kullanımlı bir anlaşma durumunda, Türkiye'nin temel sağlamlığı derecelendirme kuruluşlarından sonra İMF tarafından da teyit edilmiş olacak ve bu da bir miktar yabancı sermayeyi Türkiye'ye çekebilecektir. Bu senaryoda büyüme, istihdam ve politika faizlerinde kısıtlı bir artış bekleyebiliriz. Son seçenek olan kapsamlı ve koşullu bir SBA durumunda ise büyüme %5'in üzerine çıkabilir. Ancak gerek İMF fonlarının Hazine tarafından kullanımı, gerekse de yurtdışından gelecek olan çoğu spekülatif para akımları, makroekonomi yönetimini zorlayacaktır. Kurlarda aşağı yönlü bir baskı oluşacak, MB döviz ihalesi miktarını artırarak ve belki de doğrudan müdahelelerle dövizi çekmeye çalışacaktır. Kamunun finansmanı rahatlayacağı için politika faizleri ve piyasa faizleri arasındaki marj daralacaktır. Öte yandan, artan ekonomik canlılık neticesinde enflasyonun artma riskine karşı MB'nin politika faizlerini artırması, spekülatif sermaye akımlarına hız vereceği için pek mümkün gözükmemektedir. (Aslında bu şartlarda bir Tobin Vergisi gündeme gelebilir(di). Ancak İMF'nin bu tedbire ideolojik olarak karşı olduğunu biliyoruz.)

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019