Hükümet bankacılık sektöründe ne yapmak istiyor?
Geçen hafta Perşembe günü Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın başkanlığında bankaların en üst yöneticileriyle yapılan toplantı çok tartışıldı. Hükümet bu toplantıyı neden düzenledi ve ne yapmak istiyor? Soruları etrafında tabii olarak bazı spekülatif yorumlar da yapıldı.
Toplantının yapılış amacının en kısa anlatımı Babacan'ın toplantı sonunda yaptığı konuşmada yer aldı. Türk bankacılık sistemi kısa dönem karları mı hedefleyecek yoksa uzun dönem sürdürülebilir ve sağlıklı büyüyerek uluslararası değilse de en azından bölgesel bir kapsama alanına mı ulaşacak?
İzlanda'yı bir tarafa bırakın, İrlanda ve Ukrayna örnekleri ortada. On yıl civarında süren bir hızlı kredi genişlemesi ve bunun ardından gelen bankacılık sistemi çöküşü. Her ikisinde de Türkiye'den farklı unsurlar var. Birincisi bilanço büyümesinin mevduatla değil daha çok dış kaynaklardan finanse edilmesi. Bunda bankaların yurt dışından kolay fon bulması etken oldu. Dublin mini bir finans merkezi görünümünde. Özellikle Londra üzerinden borçlanma kolay. Ukrayna'da ise bankalar kesiminde yabancı sermaye sahipliği yaygın olması bu bankaların yurt dışından fonlanmalarını kolaylaştırdı. Her iki ülkede de elden edilen fonlar büyük ölçüde gayrimenkul sektörüne akarak büyük çaplı bir balonu şişirdi. Tabi buna paralel olarak banka bilançoları da büyüdü.
Türkiye'de durum farklı gelişti. Yurt dışı fonlama toplam mevduatın yüzde 15'inde kaldı. Kredilendirme süreci daha iyi yönetildi. BDDK sürekli olarak sektörü yakından kontrol etti. Bir de küçük bir şansımız oldu; 2006'daki mini kriz. 2006 Mayıs ayında piyasalardaki oynaklıkla birlikte merkez bankasının politika faizlerini hızla artırdı. Bankacılık kesiminin risk algısı yükseldi ve sonuçta özellikle konut kredilerindeki hızlı artış yavaşladı. Bankacılık sektörü bir nevi "kasise girdi" ve grafikte görüldüğü gibi yavaşlamak zorıunda kaldı. Bu kasisin can kurtardığını iki sene sonra 2008 Ekim ayında, virajı alamayıp uçurumdan aşağı inen Ukrayna'yı izlerken farkettik.
Şimdi ekonomi yönetimi sorumlu yönetimin yapacağı şeyi yapıyor. Bankacılık sektörünün geleceği hakkındaki kendi vizyonunu bankacılarla paylaşıp görüş alışverişi yapıyor. Resmi bir hedef olmasa da yüzde 25'lik kredi hacmi gelişmesinin üzerinin cari açık ve bozulabilecek finansal istikrar açısından bankaları (ve ekonomiyi) ileri de sıkıntıya sokacağını öngörüyor. Rakam tartılaşılabilir ancak yaklaşım doğru; ABD, İrlanda, Ukrayna olmak istemiyorsanız ihtiyatlı büyümelisiniz. BDDK Başkanı, 2010 yılındaki kredi hacmi genişlemesinin özel bankalar için zaten yüzde 25 olduğunu ve rakamı yukarı çeken bankaların esasında kamu bankaları olduğu istatistiklerini hatırlatıyor. Dolayısıyla, 2011'de yavaşlamanın daha çok kamu bankalarından geleceği belli. Merkez Bankası, munzam karşılıklar ve politika faizleri konusundaki birbirine ters politikanın "yeni" ve denenmemiş bir yaklaşık olduğunu ve bu ve diğer politika demetlerinin ve sonuçlarının sürekli izlenmeye devam edileceğini söylüyor.
Kısacası, ekonomi yönetimi ve düzenleyici kurullar bankacılık sektörünün büyümesini durdurmak değil sağlıklı ve sürdürülebilir olmasını istiyorlar. Bloomberg Genel Yayın Yönetmeni Prof. Kerem Alkin İstanbul Ticaret Odası Danışma Kurulu'nda geçen hafta, önümüzdeki dönemde olası not artışının sermaye girişlerini hızlandıracağını hatırlatmıştı. Hükümet muhtemelen bunu da gözönüne alıyor.