Hukukçuysanız hukukçuluğunuzu bilin!
Televizyon ekranları belli isimler tarafından deyim yerindeyse parsellendi. Belki daha doğru ifade, ekranların ancak bu kişilere açıldığı. Olabilir, her kanalın kendi tercihidir.
Dış politika mı konuşulacak, tabii ki diplomatlar konuk olacaktır yayına; terör mü konuşulacak, tabii ki terör uzmanları, emekli askerler konuk olacaktır; spor mu, ona göre seçilecektir konuklar; hukuk mu, hakeza; ekonomi mi, aynı şekilde... Elbette tüm bu konularda uzmanlaşmış gazeteciler de yer alacaktır yayınlarda.
Geçenlerde bir televizyon kanalındaki programda dört hukukçu bir aradalar. Tüm hukukçuları kastediyor değiliz elbette ama artık şunu biliyoruz ki hukuk eğitimi alanların bir kısmı her konuya hakimler; bilmedikleri, fikir yürütemeyecekleri hiçbir alan yok!
Dış politika mı, onlara soruluyor; askeri operasyonlar mı, en iyi onlar biliyor; terörle mücadele mi, onlardan iyi bilen zaten yok; siyasi partiler arasındaki konuların ya da muhalefet partilerinin içinde olan bitenlerin yorumlanması mı, her biri siyaset uzmanı zaten...
İşte izlediğimiz son programda tam anlayamadık, nasıl olduysa gündeme önce ekonomi geliverdi.
Aman efendim, bu hukukçu dostlarımız ekonomiye de fena halde hakim değiller miymiş, bunu gördük.
Ama sayılar biraz yanlış aktarılıyormuş, yaklaşımlar biraz sığmış, gazetelerden okunan, televizyonlardan dinlenen bilgi kırıntıları büyük istihbarat aktarılıyor gibi sunulmaya çalışılıyormuş, o kadarını da hoş görmek gerek.
Kıvrandıkça kıvranıyor bir hukukçu konuk. Cümlesini nasıl toparlayacağını bilemiyor bir türlü. Aslında o da söylediklerinin içinin boş olduğunun farkında, o yüzden cümle bir türlü toparlanamıyor. Ama debeleniyor işte.
Konuyu ekonomiye getiren sunucu hanımefendi de bıyık altından gülümseyerek yöneltiyor bazı soruları. Belli ki karşısındakilerin kıvranmalarından bayağı bir keyif alıyor.
Ne kadar kolay aslında "Ben bu konuda bilgi sahibi değilim, kendimde yorum yapma yetkisi görmem" demek.
Bunu söyleyen küçülmez, tam tersine büyür ama zaten konuşanlar bunu algılayacak bilinç düzeyinde değiller ki...
İş insanı kavramını da sulandırdık
Sanırsınız ki kadın-erkek eşitliğini sağlamamızın yolu "işadamı" sözünü atıp yerine "iş insanı" demekten geçiyor. Bunu yaptık mı, bu kavramı yerleştirdik mi, tüm sorunlar geride kalacak.
Cinsiyet ayrımcılığı konusunda devasa sorunlarımız dururken, ülkede her gün ortalama bir kadın cinayeti işlenirken biz sorunu aşmayı bir sözcükte buluyoruz.
Ayrımcılığı sona erdirmek adına önlemler alırken bu kavramı da benimseyelim, sakıncası yok tabii ki. Ama abartıya kaçmanın da alemi yok ki...
İş aleminden kadınlar, erkekler bir araya gelmişler ve diyelim bir toplantı yapıyorlarsa onlardan söz ederken iş insanları diyelim, tamam.
Ama örneğin belli bir kişiden söz ediyoruz. Uluslararası bir örgütün başına getirilmiş... Bir rahatsızlık geçirmiş... Oğlunu-kızını evlendirmiş... Ameliyat olmuş... Vefat etmiş...
Şimdi tutup bu kişi için iş insanı Ahmet Bey de diyoruz; iş insanı Ayşe Hanım da.
Belirli bir şahıstan söz ediyoruz ve onu artık iş insanı olarak değil, işadamı ya da işkadını olarak yazmamız, okumamız gerekir.
Tümüyle kadınlardan oluşan bir toplantıysa konu, işkadınları demenin ya da erkekler bir araya gelmişse işadamları yazmanın nasıl bir sakıncası olabilir ki...
***
Gelin oldu olacak soyadlarımızda yer alan "oğlu" ifadesine de savaş açalım!
Gerçi çoğu Avrupa ülkesi de buna "çare bulamamış" ve soyadlarında "oğlu" anlamına gelecek ekler taşıyorlar; hadi biz öncü olalım, onların da ufkunu açmış olalım.
Gencecik kadın, soyadına bakıyorsunuz "falanoğlu", olur mu, olmaz, olmamalı; hadi değiştirelim!
"Falankızı" da yapamayız, yapmamamız gerekir. "Falaninsanı" da diyemeyiz. Şu durumda herhalde "falanevladı" diye bir kavram türeteceğiz.
Yasalarımızda da değişiklik yapalım ve evlilik sonrasında kadının otomatik olarak erkeğin soyadını almasının önüne geçelim."İşadamı"ndan başladık işte, hadi devamını getirelim; "adam"lı atasözlerimizi de değiştirelim.
Sulandırmanın sonu yok ya!