Hukuk ve yargı ne için var?
ANKARA'DAN / Taylan Erten [email protected] İktidarda iken kapatma istemiyle hakkında dava açılan ikinci siyasi parti AKP oldu. İlki, Refah Partisi'ydi. Refah, Doğruyol Partisi ile hükümet ortağıydı. Partinin Genel Başkanı Necmettin Erbakan da başbakandı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ın "lâiklik karşıtı fiillerin odağı haline geldiği" iddiasıyla 21 Mayıs 1997 yılında Anayasa Mahkemesi'nde açtığı dava yaklaşık 8 ay sürmüş ve kapatma kararıyla sonuçlanmıştı. AKP hakkında açılan davanın temel iddiası da Refah'la aynı: Lâiklik karşıtı fiillerin işlendiği bir "odak" haline gelmek! Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya bu iddiasını 17 klasöre sığdırdığı "kanıtlara" dayandırıyor. Yüksek Mahkeme, iddia ve kanıtları elbet yetki ve "yüksek yetkinlik" alanı içinde gereği gibi değerlendirecek ve bir karara varacak. İktidara dava açılır mı? Böyle bir davanın tartışılması kadar doğal bir şey olamaz. Nitekim, bu dava bağlamındaki tartışmalar 14 Mart Cuma günü saat 16.30'dan itibaren başladı. Tepkiler, eleştiriler, irdelemeler başlıca üç eksende yoğunlaşıyor: Böyle bir dava demokrasiye aykırıdır. Yüzde 46 oyla iktidar olmuş bir partiye kapatma davası açılmaz. AKP'ye karşı dava açmak Türkiye'nin istikrarını bozar. Bu eksenlere prangalanmış tartışmalar "gerçeği" doğru anlamamıza hizmet eder mi? Gidişata bakılırsa, etmeyecek! Aksine, sırf yüzde 46 oyla iktidar ve "istikrar" gerekçesiyle AKP'yi hukukun ve yargının denetiminden "bağışık" tutma gayretleri demokrasi, hukuk ve bağımsız yargı kavramlarının daha da aşındırılmasına; gerçeği ve doğruyu bulandırmaya hizmet edecek. Çünkü, demokraside hiç kimse hukukun, anayasaların, yasaların üstünde ve dışında değil. Gerçek demokrasi böyle bir "imtiyazı" siyasi veya ekonomik herhangi bir gerekçeyle, hiç kimseye bahşetmez! İster iktidar ister muhalefet, ister parlamento içinde ister dışında olsun, hiçbir siyasi partinin de böyle bir "imtiyazı" yoktur. Ama, Anayasa var! Olup bitenleri "doğru" kavramanın yolu demokrasi ve istikrarla şekerlendirilmiş siyasi "mugalâtadan/yanıltmacadan" değil, hukuktan geçiyor. Bugün AKP'nin yerinde başka bir parti de iktidar olabilirdi. Bağımsız yargı, Anayasa'nın ve yasaların kendisine verdiği yetkiyle o parti hakkında da kapatma davası açabilirdi. Yani, meselenin özü, davanın muhatabının kim olduğu değil, o her kimse veya hangi kurumsa, böyle bir davaya muhatap kılınacak ne yaptığıdır. Böyle durumlarda Türkiye'nin bir Anayasa'sı bulunduğunu hatırlamakta yarar var! Hukuk ve yargı da buna göre tecelli edecek. O zaman bakalım Anayasa ne diyor: "Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez" (Madde 68/4). "Bir siyasi partinin 68'inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi'nce tespiti halinde karar verilir" (Madde 69/6). İddianame, AKP'yi "lâiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmekle" suçluyor. Ama bakıyorsunuz başta AKP liderliği kendini sorgulayacak yerde, savcının yetkisini sorguluyor! Konuşan, yazan bir kesim hukukun üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını, hukuka ve yargıya saygıyı savunacak yerde, Yalçınkaya'ya karşı bir siyasi ve medyatik "linç" kampanyası başlatıyor. Daha iddianameyi incelememiş yüksek yargıçları "baskı altına" almaya kalkışıyor! Böyle demokrasi, böyle demokratlık, böyle hukukçuluk nerede görülmüş?