Hoşgörü ve disiplin
Bir anı
Ertesi gün vize sınavı vardı. Sabah sabah telefonum çaldı. “Hocam, yarın vize sınavımız var. Başka bir dersten projemiz vardı. Sizin derse çalışamadık. Biz iki kişi bu sınavı alamayacağız. Bize mazeret sınavı verir misiniz?” Ben de “Vermem. Sınav zamanı dönemin başından beri belli idi; kendinizi ona göre ayarlayacaktınız. Örneğin, yarın iş yaşamında ihalelere katılacaksınız. Dosya teslim tarihinde mazeretinizi kabul ederler mi?” dedim. Sonra sordum: “Yalnız ikiniz mi proje yapıyorsunuz?” Öğrenci: “Hayır, başka arkadaşlar da yapıyor” dedi. Ben de “Size mazeret sınavı verirsem, diğer arkadaşlarınıza da haksızlık yapmış olurum. Hem daha yarına kadar zamanınız var. İşlediğimiz konular da az. Gözünüzde büyütmeyin, yarına kadar çalışırsanız, başarırsınız” dedim.
Ertesi gün sınav saatinden biraz önce üniversiteye gittim. Arabamı park edip binaya girerken iki genç önüme çıktı. Birisi konuşmaya başladı. “Hocam, dün telefon etmiştik. Biz bu sınava giremeyeceğiz.”
Ben de “Girin bence. Bir şeyler yaparsınız, hiç yoktan iyidir. Çünkü girmezseniz, bu sınavdan sıfır alacaksınız.” Öğrenci ısrarlı idi “Hocam dün size açıklamıştık. Projemiz vardı, çalışamadık.” Ben de “Ama ben de dün size mazeret sınavı vermeyeceğimi söylemiştim.” Öğrenci bu kez duygusal şantaja başvurdu: “ Ama biz de sizi kötü hatırlayacağız Hocam” dedi. Ben de şöyle bitirdim konuşmayı “İşte beni hatırlayın diye mazeret sınavı vermeyeceğim.
Hatırlayın ve zamanın önemini bilin diye vermeyeceğim.” İki öğrenci sınava girmedi. Sınıfa girdiğimde diğer tüm öğrenciler kalemlerini, silgilerini hazırlamışlardı; heyecanla soruları bekliyorlardı. Soruları dağıtıp sınavı başlattım.
Bir yorum
Üniversite, hayata atılmadan bir önceki adımdır. Onları yaşama hazırlamak için son fırsattır. Bazıları olaya değişik bir açıdan bakıp şöyle diyebilir “Yaşam zaten zor bir yolculuk. Bırakalım çocuklar bu zor yolculuğa çıkmadan ellerindeki bu son fırsatın keyfini çıkarsınlar” Ben ise bu fırsatı iyi değerlendirmenin gerekli olduğuna inananlardanım. Gençleri bir çok konuda eğitmeye çalışırız.
Örneğin, onlara öğrenmeyi, araştırma yapmayı, özgür düşünmeyi, inançlarını özgürce savunmayı öğretmeye çalışırız. Evet, bunlar çağdaş bir eğitimin olmazsa olmazlarıdır. Öğrenecekleri en önemli şeylerden birisi de, kaynakların değerini bilmektir. Bu kaynakların başında da zaman gelir. Gençler, yaşama atılmadan zamanın değerini öğrenmelidir. Zaman, yerine konulması mümkün olmayan, yenilenemeyen bir kaynaktır. Bu yüzyılda yaşayan birisinin, başarılı olmak için zaman disiplinini kazanması gerekir. Bu eğitimin bir parçası olarak sınav programlarını önceden yapar ve bundan ödün vermemeye çalışırım. Mazeret sınavı vermeyeceğimi baştan ilan ederim. “Neden mazeret sınavı vermiyorsunuz Hocam?” diye soranlara bazen gülerek şöyle cevap veririm “ Ek sınav hazırlamak, maliyetini kurtarmıyor.” Derse zamanında gelmelerini isterim; geç gelenleri o derse almam.
Evet, gençler, candır. Gençler, yaşamdır. Gençleri severiz. Ancak sevmek “Saldım çayıra, Mevlam kayıra” anlayışı değildir. Sevmek, sorumluluk demektir. Onları yetiştirme sorumluluğunu savsaklayamayız. Çünkü gençler, bir ülkenin geleceğidir. Onları geleceğe iyi hazırlamalıyız. Bunun için de her fırsatı kullanarak onları eğitmeliyiz. Eğitim ise, ciddi bir iştir. Disiplin gerektirir. Öte yandan, sevgi de hoşgörü demektir. Bu iki uç arasındaki hassas dengeyi iyi kurmak gerekir. Çoğu kez ailelerde kantarın topuzunun kaçtığına tanık olmaktayım. Çocuklar o kadar seviliyor ki hoş görüle görüle, bir hoş oluyorlar. Üniversite çağına gelmiş bazı gençlerin, gerçek hayata beş dakika kalmışken, hiçbir disiplin elde edememiş olduğuna üzülerek tanık oluyorum.
Sonuç
Çocuğunuzu yetiştirirken, hoşgörü ve disiplin sınırını nereden çektiğinize dikkat ediyor musunuz?