Hızlı, fakat yetersiz bir plan
Otuz yılı aşkın zamandır ıstırabını çektiğimiz kendi terör sorunumuz ve onun çözümüyle ilgili çabaların askıya alınması zaten yeterince kaygı vericiyken, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana uzak kaldığımız için aşina olmadığımız ve ne kadar süreceği de, nasıl sonuçlanacağı da kestirilemeyen bir akut Ortadoğu krizinin aktif oyuncuları arasında yer almamız hepimizin stres düzeyini sağlıklı yaşam standardını zorlayacak bir noktaya getirdi. Yine de enseyi karartmadık, bir yandan Ortadoğu krizinin bizi yeniden AB'ne ve Batı bloğuna yaklaştırmasında teselli bulmaya çalıştık, bir yandan da genel seçimlerin sonuçlanması ve hükümet konusundaki belirsizlikleri sona erdirmesiyle piyasa beklentilerinde düzelmeyi de görerek ekonomide yeni ve kalıcı bir canlanma için umut beslemeye başladık. Böyle bir ortamda Başbakan Davutoğlu'nun vakit geçirmeden daha önce vaat ettiği eylem planını geçen hafta açıklaması, her ne kadar açıklamanın içeriği soru işaretleri yaratsa da, bu umutları güçlendirdi.
Beklentilerde iskonto ve torba eylem planı
Gerçekten de uzun süren seçim konjonktüründe istikrarsızlık riski ve hatta ikili bir koalisyonun bile bu riski azaltmayacağı onca vurgulandıktan sonra, tek parti tercihiyle iradesini ortaya koyan toplumun da, epeydir bekle gör pozisyonunda kalan ve seçim sonuçlarının hemen ardından olumlu tepki gösteren piyasaların ve yatırımcıların da daha fazla bekletilmesi 2016 öncesinde belirsizlik algılamasına yol açacaktı. Bu bakımdan iyi bir sınav veren hükümetin, açıklamanın bileşimi ve eylem planının içeriği yönünden aynı ölçüde başarılı sayılmadığı ise göstergelerdeki ani bozulmadan ve piyasaların olumsuz tepkisinden anlaşılıyor. Büyük ihtimalle seçim ertesinde fiyatlanan ve göstergelerdeki düzelmenin içine giren beklentilerden geride kalan ve bu nedenle düzeltilmiş fiyatlarda iskontoya yol açan bir paket değerlendirmesi söz konusu...
Doğrusu böyle bir değerlendirmenin haksız olduğu da söylenemez. Dört yıllık bir iktidar döneminin başlangıcında radikal reform inisiyatifleri geliştirecek, yani toplumun çeşitli kesimlerine yüklenecek maliyetler konusunda çok daha cesur adımlar atacak bir hükümetin iş planının daha farklı olmasının beklenmesi doğal. Daha bir yıl önce 25 temel alanda bin 350 eylemi kapsayan bir “öncelikli dönüşüm programı” açıklayan bir kadronun artık stratejik seçimlerini net olarak ortaya koyacağı ve son üç yılda inişe geçmiş büyüme trendi açısından yeni bir başarı hikâyesinin anahtarlarını belirleyeceği bir projeksiyon ve program oluşturması mümkün olmalıydı. Oysa görüyoruz ki söz konusu 25 başlığı esas alan ve şimdiye kadar fazla mesafe kat edilmemiş olsa bile yakın gelecekte neler yapılacağını açıkça anlatan bir eylem planı yerine kısmen seçim kampanyasında verilen vaatlerin ne şekilde karşılanacağına, ayrıca bu süreç boyunca hoşnutsuzlukları algılanan düşük gelirli kesimlere yönelik nakit, faizsiz kredi desteklerine ve vergi muafiyetlerine yer veren, bu arada ne ölçüde reform niteliği taşıdığı bu aşamada belli olmayan bazı yapısal iyileştirme tedbirlerini, bir de büyük kamu yatırımları için düşünülen yasal düzenlemeleri içeren eklektik ve mutat bir paket ile karşı karşıyayız. Bu nedenle hem reformlar için yol haritası açık bir şekilde çizilmemiş, hem de baş edilmesi gerekli külfetlerin boyutları genişlemiş durumda. Öyle ki zaten bilinen asgari ücret artışı dışında polislere, esnafa, öğrencilere, gençlere, muhtarlara, çiftçilere, evlenenlere maaş, burs, faizsiz kredi, vergi muafiyeti gibi çeşitli destekler öngörülmüş. Buna karşılık yapısal sayılabilecek önlemler bağlamında esnek işgücü piyasalarını geliştirecek ve kıdem tazminatında çözüm sağlayacak yasal düzenlemelerden, nitelikli yabancı işgücü için çalışma ve ikamet izinlerinin kolaylaştırılmasından, imar planı değişikliği ile ortaya çıkan ranttan kamunun pay almasından, bireysel emeklilikte otomatik katılımın yaygınlaştırılmasından, kamu ihale sisteminin AB standartlarına getirileceğinden, emek yoğun sektörlerde ucuz kira ile fabrika sağlanmasından, imalat sanayiinde makina teçhizat yatırımlarında BSMV alınmayacağından, KOBİ’lere çeşitli desteklerden, kentsel dönüşümde gayrimenkul sertifikalarından, yükseköğrenim yasasının yenilenmesinden, yatırım ortamının iyileştirilmesinden söz ediliyor. Ancak bunlar ya bir dönüşüm programının yapıtaşları olacak köklü reformlar olmaktan uzak, ya da on yıldır söylem bazında hep tekrarlanan ve artık nasıl yapılacağı ile ilgili açıklamalara ihtiyaç duyulan eylemler.
Sahiplenen olmazsa reform zor
Sözgelişi açıklanan pakette yer alan Gelir ve Kurumlar Vergisi yasalarının birleştirilmesi eylemi, bazılarının sandığı gibi tek oranlı düşük bir Gelir Vergisi getirileceği ya da Kurumlar Vergisi'nin kaldırılacağı anlamına gelmiyor. Bu, çoğu Batı ülkesinde olduğu gibi, yasa yapış biçimi ile teknik bir kodifikasyon konusu. Üstelik 2010 öncesinde benim de içinde bulunduğum reform çalışmaları kapsamında önerilen ve sadece sistemde basitleştirme sağlayarak hem gerçek kişilerin, hem kurumların gelirlerinin vergilendirilmesinin tek bir yasada kavranmasını öngören bir düzenleme. Hele sosyal güvenlik prim bildirgeleri ile vergi beyanlarının birleştirilmesi gibi bir eylem vardı ki, asıl şimdiye kadar neden yapılmadığı merak konusu.
Yine de umutları tüketmeyip uygulamayı beklemekte yarar var. Ülkenin ihtiyaçları açık ve küresel ekonomik koşullar giderek zorlaşıyor. Güçlü bir hükümetin eninde sonunda köklü reformların maliyetini göze alacağına ve kapsamlı bir eylem programı hazırlayıp uygulamak durumunda kalacağına inanıyorum. Zaten söylem bazında bir sorun yok; sorun uygulamada. Geçenlerde Cumhurbaşkanı da TÜBİTAK ödülleri dağıtım töreninde "bilim, teknoloji ve inovasyonda ilerlemezsek geleceğimiz olmaz" demedi mi? Ama uygulamada elektronik okuryazarlığı ve mobil araç kullanımını teknolojik gelişme sanmıyor muyuz? Bunca konuştuğumuz inovasyon seferberliği girişimini devletin ilgili kurumları, sanayi, üniversiteler, odalar olarak seyredip sadece İhracatçı Birliği'ne bırakmadık mı? Sözün kısası reformları sahiplenecek, hükümeti de reform maliyetini göze almakta cesaretlendirip zorlayacak toplumsal dinamikler oluşmadıkça mütevazi atılımlar bile bıçağın kemiğe dayanmasına bağlı kalacak diye kaygılanıyorum.