Hızlı değil, istikrarlı olan kazanır
Türkiye ekonomisi son 40 yıldır iki tarafı keskin bıçağın ucunda tutarsız bir çizgide ilerliyor. Bir yönü ile 40 yıldır aynı konularla boğuşan sorun ve beklenti kalitesini bir sonraki adıma taşıyamayan bir kısırlık, diğer yandan uçsuz bucaksız hayalleri gerçekmiş gibi gösterip buna inananların ekonomisi.
Borsalarımız da öyle odalarımız da, iş dünyasının kurduğu STK’larımız da. Çoğumuz tanık olmuştur bir şekilde, borsanın güzel fırsatlar sağladığı konuşulduğunda çevremizden bir dostumuz gelir ve “Şu parayı versem 1 ay sonra ne olur. 3’e katlar mıyız” diye sorar. Aslında ilk cümle öylesine, önemli olan ikinci cümle yani beklentisi.
Zaten yatıracak parası da yoktur ama üçe beşe katlanacak olması fikri onu mutlu eder. Tutarlı bir getiri ifade ettiğinizde de zaten kötü bir borsacısınızdır. Dayısının oğlunun komşusunun bir akrabası borsadan bir apartman para kazanmış. Uçanı kaçanı söylemek her zaman bir avantaj.
Depremde bizi yakan felaketin sorumlusu da bu değil mi? Yüzde 50 kazanmak ve bunu sürdürülebilir kılmak emek ister. Oysa 1’e 5 kazanmanın tek şartı kurnazlıktır. O kurnazlık da başkalarının canını yakar. Sektör dışında olduğum bir dönem tasarrufumu BİST’te değerlendirmeye çalışmıştım.
Öyle mütevazı rakamlarla. Asgari ücretin biraz üzerinde maaş alan bir dostum, “Sürekli ekran izliyorsun, yazıyorsun çiziyorsun. Kaç para kazanıyorsun Allah’ını seversen” diye sormuştu. “Bilmem günde 200-300 lira oluyor ortalama. Ama..” dedim fakat cümlemin sonunu getiremeden, “Amaaannn bu kadar tantana bunun için mi?” diye beni susturdu.
Zaten buna verecek bir sözüm olamazdı. Başkalarının gerçeği bizim için hep umutla hayal arasında durdu hep. Hatırlayalım yakın zamanda gazete başlıklarına yansıyan demeçleri: “Trilyon dolarlık fon gözünü Türkiye’ye dikti”, “Yer altında trilyon dolarlık madenimiz var”, “A ülkesine 100 milyar dolarlık çıkarma” yetmedi 300 milyar olsun ve daha niceleri.
Savunma sanayinin üst düzey bir ismi yıllar önce, “Sektör dışında öyle büyük laflar dolaşıyor ki, sektör olarak biz bile inanıyoruz. İyi mi kötü mü bilemedim ama biz adımlarımızı dikkatli atmak zorundayız. Gaza gelmeyelim” demişti. ‘Gaza gelmek’ bu noktada yapılacak işleri de köreltiyor bir bakıma. Oda ve sektör liderleri de bu ‘gazı’ çok sevdi.
Bir gün başlıklara ‘Milyarlarca dolarlık’ hayaller verir, ertesi gün ‘dolar kuru artmazsa biteriz’ başlığını. Oysa gerçekler her zaman iyidir. Dünya’daki rekabetin pamuk ipliğine bağlı. Kur artmaz, enerji maliyetleri düşmez, teşvik verilmezse rakamlar küçülür.
Daha iyisini üretelim, teknolojiye yatırım yapalım, dünyayı iyi takip edelim desen olmaz. Bıraksak uçanı kaçanı, işimize odaklanarak, gerçeklerle yüzleşip doğru analizlerle günün koşullarına ayak uydursak ve biraz da mütevazı düşünsek, yüksek hayaller ama doğru hedefler koysak zaten o işi koparırız.
Bir iş adamı dostumun paylaştığı şu cümleler konuyu çok güzel özetliyor aslında: Sanayi ve ihracattaki sorunları sadece kur, faiz, enflasyon sarmalı üzerinden ele almak; bizi inmemiz gereken asıl derinlikten uzaklaştırır. Hep sığ ortamda, aynı yüzeysellikte konuları ele almamıza neden olur. ‘Günceli’ devamlı ‘gündemi’ yapan anlayışla kök nedenlere inemeyiz. Unutmayın; Hızlı değil, istikrarlı olan kazanır.