Hırvatistan'a neden yenildik?

Tuğrul AKŞAR
Tuğrul AKŞAR EKO-SPOR [email protected]

Geçen hafta 10 Kasım 2011 günü büyük ümitlerle çıktığımız Euro 2012 play-off maçının ilk bacağında kendi evimizde, Türk Telekom Arena'da Hırvatistan'a 3-0 yenilerek, Polonya ve Ukrayna'da 2012 Haziran'ında yapılacak Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılma şansımızı mucizelere bıraktık. Hırvatistan'a kendi evinde dört gol atmak çok kolay görünmüyor.

Türk Milli Takımı her ne kadar "geri dönüşlerin takımıysa" da bu kez öyle olmadı. Gerek Euro 2008'de oynadığımız maçlarda, gerekse Euro 2012 elemeleri için Saraçoğlu Stadyumu'nda Belçika ile oynayıp 2-0 geriye düştüğümüz maçı 3-2 alarak geri döndürebilmiştik. Daha ikinci dakikada golü yiyince bu ümitle maçı izlemeye başladık. Ancak bu beklentimizin bir nafileden ibaret olduğunu 32'de ikinci golü yiyince anladık. 53. dakikaya geldiğimizde ise zaten 3-0 olan maçın döndürülebilmesi bu mücadele gücü ve azmiyle mümkün görünmüyordu. Ancak, bu kez millilerimizde maçı geri döndürebilecek o heyecan ve motivasyonu göremedik.

Bu maçla ilgili birçok teknik ve taktik analiz yapılabilir. Guus Hiddink'in kadro seçiminden oyun anlayışına, oyun anlayışından saha içi oyuncuların konumlandırılmasına ve maç içinde oyun gidişatını değiştirilebilecek hayati hamlelerin yapılmamasına kadar… Bunlar ancak adı üzerinde olduğu gibi teknik ve taktik eleştiriler olacak. Oysa, biz maçı ya da bu turnuvayı nasıl kaçırdığımızı değil, genel olarak Euro 2012'ye neden gidemediğimizi analiz etmek istiyoruz.

Ana başlıklarıyla konuya yaklaşırsak;

1. Motivasyonla oynayan bir takımız

Türk Milli Takımı motivasyonla oynayan bir ekip. Sistematik, akılcı veriler, bilinçli hamlelerden daha çok "gaza getirme" yoluyla motive etmeye çalıştığımız Milli Takımımız, modern futbolun gereği sisteme dayalı, makine düzeni içinde çalışan bir yapıda değil. Daha çok oyuncuların günlük motivasyonu, heyecanları maçlarımızın sonucunu belirliyor. Sistem takımı olmadığımız için bir Alman Mili Takımı, bir Hırvatistan olamıyoruz. Oyuncularımız çok çabuk demotive olabiliyorlar ve oyun disiplininden kopabiliyorlar. Oysa, ekol olmuş ülkelerin futbol takımlarına bakıldığında, motivasyonun payı sistemik yapılanış ve kolektif oyun anlayışının üzerinde görünmüyor. Bu önemli bir eksiklik. Bizim daha sistemik, daha planlı ve organize bir takım iskeleti, yani oyun anlayışıyla Milli Takımımız yeniden inşa etmeliyiz.

Motivasyon ile konsantrasyonu karıştıran bir anlayışa sahibiz genel olarak. Ekol olmuş ülkeler maçlarına daha konsantre olup sistemin gereklerini yerine getirirken, biz motivasyon ile konsantre olmaya çalışıyoruz. Motive olamadığımız maçlarda, konsantrasyon da sağlayamadığımız için yarışmacı takım olamıyoruz.

2. Sonuç odaklılık yok

Cuma gecesi her ne kadar 3-0 yenilsek de maç istatistiklerine bakıldığında; topa hakimiyet % 63 ile Mili Takımımız'dayken, Hırvatistan % 37 topa hükmedebilmiş. Milli Takımımız Hırvatistan'dan daha fazla pas yapmış. Daha isabetli pas yüzdesiyle oynamış. Ancak sonuca baktığımızda 3-0 yenilmişiz.

Buradan çıkan temel sonuç: Biz daha çok üretken olmayan alanlarda top çevirmişiz, paslarımızı üçüncü bölgeden daha çok birinci ve ikinci bölgede yan pas, geri pas olarak kullanmışız. Sonuca yönelik efektif bir paslaşmayı hayata geçiremediğimiz için sonuca da gidememişiz. Oysa, son Almanya maçımız da göstermiştir ki, çok hızlı bir şekilde üçüncü bölgeye topu taşıyıp, kaleyi doğrudan hedefleyen takımlar (Almanya üç golünü de bu şekilde atmıştır) maçları kazanmaktadır. Yani dikine ve daha az pasla orta alanı geçip, sonuca yönelik atak organize etmek modern futbolun gereklerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum ne yazık ki, Türk takımlarının genel bir hastalığı olarak gözümüze çarpıyor. Bu demode anlayışı ortadan kaldıran, sonuca yönelik pas organizasyonlarıyla futbol oynamalıyız.

Alan daraltamıyoruz, rakibi bunaltamıyoruz. Oyunu rakip alana yığsak da, (ki, bu maçın ilk 25 dakikası böyle geçti) sonuç getirecek bitirici vuruşlar yapamıyor, şut atamıyor, pozisyon yaratamıyoruz. Rakip bize 7 isabetli şut atarken, biz sıfır isabetli şutla oyunu tamamladık.

3. Kolektif oyun anlayışımız yeterli değil

Günümüzde modern futbol çok hızlı oynandığı kadar kolektif olarak ta oynanıyor. Yetmişli yıllarda olduğu gibi artık yıldızlara dayalı modelle futbol oynanmıyor. Bu oyun anlayışı yerini daha hızlı, daha organize ve kolektif yardımlaşma ve dayanışmayı üst düzeyde tutan bir oyun anlayışına bıraktı. Özellikle modern futbolda takımların kolektif savunma ve hücum anlayışıyla topu kullandıkları, bireysel savunma ve presin yerini takım savunması ve presinin yer aldığını görüyoruz. Bu nedenle takımlar daha çok alan savunmasına yönelik oyun anlayışıyla sahaya çıkıyorlar. Kademe anlayışları çok gelişmiş. Özellikle dörtlü alan savunmasıyla oynayan takımlarda beklerin kanatlardan ataklara katılmaları beklendiğinden, beklerin boşalttıkları alanlarda diğer oyuncuların kademeye girmeleri beklenir. Cuma günü oynadığımız maçta bu anlamda çok önemli kademe hatalarının yanı sıra, takım yardımlaşmasının da yeterli düzeyde olmaması bize çok pahalıya mal oldu. Adam adama müdafaa neredeyse terk edilmiş vaziyette. Oysa, biz cuma günü takımımızın bazen adam adama oynadığını gördük.

4. Rakibimizi iyi analiz edemiyoruz

Alınan sonuç ve oynanan oyun gösterdi ki, bu maça teknik kadronun yeterince hazırlık yapmadığı (tıpkı diğer maçlarda olduğu gibi) gibi, rakibi de iyi analiz etmediği ortaya çıktı. Bu rakibi önemsememekle eş anlamlı. Oysa, modern futbolda böyle bir lükse (eğer bir Barcelona, bir Real Madrid, bir Manchester United değilseniz) kimse sahip değil. Takımların yerinde izlenerek, gerekli oyun anlayışının belirlenmesi ve buna göre gerekli kadro seçimi ile oyuncu istihdamının sağlanması gerekiyor. Rakibin etkin alanları, özellikleri, oyun anlayışı ve felsefesi ile bundan önce oynamış olduğu maçların çok iyi analiz edilmesi gerekir ki, Milli Takımımız başarılı olabilsin. Bu konuda teknik ekibin çok önemli eksiklik ve hataları bulunuyor. Çünkü, rakibimizi iyi analiz etseydik, bu oyun kurgusu ve kadroyla oyuna başlamazdık. Hırvatistan gibi fizik-kondisyonu bizden güçlü bir takıma zayıf fizikli ön libero ve ayakta duramayacak kadar formsuz beklerle çıkmaz, defansın arasında kaybolan bir forvetle oynamazdık.

5. Yetenek havuzumuzu iyi kullanmıyoruz

Yetmiş milyonluk nüfusa sahip bir ülke ve Avrupa'nın en değerli beşinci futbol memleketi olan Türkiye'de teknik ekibin gerek kadro seçiminde, gerekse takıma yeni ve yetenekli oyuncu sağlamada yetenek havuzumuzu iyi kullanmadıkları görülüyor. Hala dışarıdaki oyuncularımıza bel bağlayan tembel bir anlayışın etkisi altındayız. Takımda yer alacak başka oyuncu yok gibi, kendi takımında oynamayan veya form düzeyi düşük oyuncuları Milli Takım'a davet ederek, mevcut potansiyelimizi iyi kullanamıyoruz. Yeni ve genç yetenekleri tespit etmeye ve onları A takıma monte etmeye yönelik alt yapı çalışmamız hep zaman darlığının kurbanı oluyor. Hep yetişmiş oyuncuların peşinden koşuyoruz.

6. Takımımız mental olarak maça hazır değildi

Takımımızın bu sezon yaşanılan olumsuzlukları hala üzerinden atamamış göründü. Hatta maç içinde seyirciyle diyaloga girip oyun konsantrasyonunu tamamen yitiren oyuncularımız oldu. Anlaşılan o ki, futbolcularımız düşünsel anlamda maça iyi hazırlanmamış. Maçı kazanmaya kafa yapısı olarak hazır olmayan bir ekipten zaten başarı beklemek de büyük saflık olurdu. Hazırlık kampında Milli Takımımız bu sorunu bir mentörle halledebilirdi

7. Saha içi belirgin bir oyun anlayışımız yok

Her takımın kendine özgü genel bir karakteristiği var. İngilizler daha hızlı, yüksek fizik ve kondisyona sahip oyuncu yapısıyla, uzun paslarla oynayan ve sonuç alan bir ekipken; Almanlar üst düzeyde bir takım dayanışması ve oyun disiplini içinde organize olarak sonuca gidiyorlar. İspanyollar ise yaratıcı oyunculardan kurulu organize bir ekip olarak kısa paslarla ve alan daraltarak, yüksek kondisyonla rakiplerini elimine ederken, İtalyanlar savunma güvenliğini ön plana alan, sert oyun anlayışı ve yüksek fizik yapısıyla yollarına devam ediyorlar. Peki, biz nasıl oynuyoruz? Bizim nasıl bir oyun anlayışımız ve felsefemiz var? Oyuncularımızı hangi oyun sistemi içinde sahada plase ediyoruz? Neden Milli Takımımız sportif performansta ekstrem uçlarda zig zaglar çiziyor? Neden istikrarlı bir performansa sahip değiliz? Neden kadromuzun yapısına göre oyun anlayışını dizayn etmiyoruz? Ya da oynayacağımız oyuna göre kadroya oyuncu davet etmiyoruz?

Belki burada daha birçok konuya değinilebilir. Ama ben bu sıkıntılardan kurtulabilmek için günü kurtaran palyatif çözümlerden daha çok, daha uzun erimli ve verimli bir planlama ve işbirliği ile yeni ve daha yarışmacı bir Milli Takım yaratabileceğimize inanıyorum. Önemli olan bu anlayışa uygun, başarıya aç, yeniliklere açık, çalışkan, emek ve zamanının tamamını mili takıma vakfedebilecek yerli ya da yabancı bir hocayı takımın başına getirebilmek. Tabi ki, bunu yaparken yönetimin de kafasının sakin ve sportif performansa odaklı olması gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar