Hindistan'dan izlenimler
Uluslararası Finans Enstitüsü'nün (IIF) Mart başında Hindistan'da düzenlediği toplantıda gündemdeki önemli başlıklar tartışıldı.
Öncelikle Hindistan ekonomisindeki büyüme dikkat çekici: Ekonomi son beş yılda ortalamada %8.6 büyürken, önümüzdeki 5 yıl için hedef yıllık %9. Yurt içi yatırımlar milli gelirin %36.7'si, tasarruflar ise %35'i düzeyinde ve bu yüksek oranlar %9'luk bir büyüme hedefini gerçekleştirmek için uygun görülüyor (Türkiye'de ise bu oranlar sırasıyla %17.8 ve %12.6).
Hindistan'ın güçlü büyüme dinamiklerinin 3 temel alandan gelmesi bekleniyor. Öncelikle demografi: 2020'de ortalama yaş beklentisi: 29. 5 yıl içinde en az 200 milyon kişi orta sınıfa katılacak. İkincisi yatırımlar: 2012-2017'de alt yapı yatırımlarına 1.0 trilyon $ harcanacak. Bu yatırımlarda özel sektörün payı 2012'den sonra %50'ye çıkartılacak, milli gelir içindeki payı 2'ye katlanarak %10'lara yükselecek. Son olarak ise finansal sektörün katkısı: %9 oranındaki büyümeyi desteklemek için bankacılık sektörünün ortalama yıllık %20 büyümesi bekleniyor. Ancak sektörde aktif-pasif vade uyumsuzluğu mevcut. Ayrıca emeklilik fonları, sigorta gibi uzun vadeli kaynaklar sınırlı. Özel sektör-kamu sektörü işbirliği artıyor.
IIF artan enflasyon/aşırı ısınma riskine de dikkat çekiyor. Enflasyon global olarak hızlanıyor. G-3 ülkelerinin milli gelir büyümeleri potansiyel kapasitelerinin altında olduğu için sorun daha az önem taşıyor. Ancak enflasyon artışı gelişmekte olan ülkelerde politika ikilemi yaratıyor. Petrol/gıda fiyatlarının yanı sıra gelişmekte olan ülkelerde ortalama işsizliğin düşüyor olması ve reel faiz oranlarının negatif seviyelerde olması enflasyonu tetikleyen unsurlar. Bu ülkeler ortalamasında enflasyon %6 ancak politika faiz oranları %5. Merkez bankaları enflasyona tepki vermek açısından geriden geliyor.
Bu isteksizlikteki temel sebep ise hızlı sermaye girişlerini engellemek. IIF, gelişmekte olan ülkelere 2011'de 1 trilyon $ sermaye girişi bekliyor. Risk; hızlı kredi büyümesi. Para politikaları sıkılaştırılıyor. Ancak faiz artışı açısından geç kalınması enflasyon baskılarını yüksek bir noktaya getirme riski taşıyor. Bu da daha hızlı ve daha maliyetli bir parasal sıkılaştırmayı getirebilecek.
Orta-Doğu bölgesinde ise ayaklanmaların temel nedeninin yurt içi faktörlerden kaynaklandığı belirtiliyor. Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Kuveyt bu çalkantıların dışında kalırsa petrol arzı açısından bir kısıntı olmayacağı değerlendiriliyor. Çalkantı olasılığı ise şimdilik zayıf görülüyor.
Orta-Doğu Kuzey Afrika (MENA) bölgesinde kamu sektörünün ağırlığı büyük: Bölge ülkelerindeki istihdamın %30-%35'ini sağlıyor. Milli gelirdeki payı ise %30-%50 arasında değişiyor. Kamunun hakimiyeti ile rekabetçilik çok zayıf. Krizin gelişmesinde bu bölgedeki düşük büyüme (1980-2002; yıllık ortalama büyüme: %0.2) ve özellikle genç nüfusta yüksek işsizlik rol oynuyor. Bu ülkelerde önümüzdeki 2-3 yıl boyunca politikanın daha ön planda olması ve ekonomik reformların sonraya bırakılması bekleniyor.
Petrol fiyatları yüksek seyrini sürdürecek. Yüksek petrol fiyatlarının en önemli etkisi cari açık ve enflasyon üzerinde görülecek. Petrol üreticilerinin artan bütçe harcamalarını karşılamak için daha fazla gelire ihtiyacı var ve petrol fiyatlarının yüksek kalmasını tercih ediyor. Diğer taraftan, ABD ve AB'deki kriz, yenilenebilir enerjiye aktarılabilir kaynakları sınırlayacağından petrol fiyatlarında bir düşüş olması zor.
Petrol fiyatları 100 $ seviyesinde kaldığı takdirde Türkiye'de 2011 için cari işlemler açığının milli gelire oranının %7'in (58 milyar $) üzerinde olmasını ve enflasyonun yıl sonunda %7'lere yükselmesini bekliyoruz. TCMB de petrol fiyatlarında %10'luk bir artışın fiyatlar üzerinde %0.4 artış yapmasını bekliyor. Bu konjonktürde ilerleyen dönemde TCMB'nin uyguladığı politika bileşenlerinde değişikliğe gitmesi olası gözüküyor.