Hiddink markasına verilen para normal
Türkiye Futbol Federasyonu'nun 2010 yılında lansmanını yaptığı Türk Futbolunun Stratejik Planı'na göre, "Türkiye'yi sportif başarıyla ileriye taşımak" vizyonunun ilk maddelerinden birisini milli takımların sportif başarısı ve bu kapsamda A Milli Takım'ın Euro 2012 ve 2014 Dünya Kupası'na katılması oluşturuyordu. Şimdi bu hedeflerden ilkini ve en yakın olanını kaybettik.
Milli takımımız Euro 2012'ye giden yolda Play-Off maçlarında Hırvatistan'a takılınca, Milli Takım Teknik Direktörü Guus Hiddink'e verilen maaş ile futbolcuların prim pazarlığı gündeme oturdu.
Guus Hiddink'e verilen maaş fazla mı?
Milli oyunculara verilmesi düşünülen primler abartılı mı?
Diğer ülkelerde bu ne durumda?
Bu haftaki yazımızda bu konuya ilişkin görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istedim.
Sportif başarısızlık tüm gerçekleri ortaya çıkartıyor
Türkiye'de her şey, özellikle de spor başarıya endeksli. Euro 2012'ye katılabilmiş olsaydık muhtemelen bu tartışmaları yapmıyor olacaktık. Sportif başarısızlık çoğu şeyin ortaya çıkmasına neden oluyor. O yüzden de bu konular tartışılmaya başlanıyor. Normalde biz Hırvatları yenmiş olsaydık, avantajlı bir skorla rövanşa gidiyor olsaydık, bugün gazeteler ve televizyonlar bunlardan bahsetmeyecekti. Bu bağlamda konuya yaklaşırsak, gelişmeleri gayet normal karşılamak zorundayız. Sportif anlamda aşağı giderseniz bütün sıkıntılar ortaya çıkar. Yukarıya doğru giderseniz kimse bunları konuşmaz. Kaldı ki bu milli takım daha önceleri çok önemli rakamları prim olarak almıştı. Hatta Cumhurbaşkanlığı makamında ağırlanmışlardı.
Hiddink Türkiye'de başarılı olamadıysa da, o bir marka
Aslında herhangi bir hocanın veya futbolcunun değerinin ya da ederinin ne kadar olup olmadığını belirlemek çok kolay değil. Bunun için farklı parametreleri kullanmak gerekiyor. Tabi ki en çok da hocanın ya da sporcunun sportif performansına bakmak zorundayız doğal olarak. Çünkü, iş eninde sonunda sportif başarıya gelip dayanıyor. Şüphesiz ki, bir hocanın sahip olduğu bilgi birikimi, deneyimi, yetenekleri, tarihselliği eğer sportif başarı varsa bir anlam ifade ediyor. Bu anlamda teknik adamın sahip olduğu background eğer sportif performansla örtüşüyor ve belirli bir başarıya ulaşıyorsa, ona göre de teknik adamın piyasa değeri oluşmaya başlıyor. Hiddink her ne kadar Türkiye'de başarılı olmadıysa da, bu anlamda o bir marka. Bu nedenle Hiddink'e verilen paranın tutarı yüksek görülse de, onun kariyeri ve birikimini marka değeri açısından kıyasladığınızda bu tutarın normal karşılamamız gerekiyor. Hiddink'e ödenen tutar, turnuva öncesinde belirlenmiş ve Hiddink'in gelecek iki yılı bu paraya satın alınmıştır. Bu anlamda verilen paranın yüksek olup olmadığını bu kontratı imzalamadan önce tartışmak önemli ve anlamlıdır. Yoksa bugün değil. Tüm bunlara karşın, ortada da bir başarı yok. İşte bu durum bizi rahatsız ediyor. Paranın nominal değerinin yüksekliğini biz rutinin dışında sportif başarıya göre belirlemeye çalıştığımız için ortada da başarı olmadığından, bize bu tutar yüksek geliyor. Oysa, bu tutar play off'u geçseydik bile yine konuşulmalıydı.
Dolayısıyla bugünkü mevcut koşullar dikkate alındığında bu tutar tabi ki ultra yüksek bir tutar. Ancak zaten bu hocaları da Türkiye'ye getirebilmek için bu maliyetler katlanmak zorunda kalıyorsunuz. Aksi halde gelmiyorlar.
İtalyan Capello İngiliz Milli Takımı'nın başında ve yaklaşık 12 milyon euro alıyor. Yine Jose Mourinho Real Madrid'den aldığı yıllık ücret 10 milyon euro. Bunlar birinci sınıf marka olmuş isimler. Bu tür hocaları Türkiye'ye getirmek istiyorsanız, bu maliyetlere katlanmak zorundasınız. Başarısızlık geldikten sonra bu tür rakamlar bizim ekonomik gerçeklerimizle uyuşmuyor' demek mantıklı olmadığı gibi hukuki de değil. O günün koşullarına göre Hiddink'e verilen rakam yüksekti; ama böyle bir tasarrufa gidilmiş.
Futbolda harcanan paraların gelirle bir ilgisi yok
Futbolda, normal ekonomide olduğu gibi harcamalar ile gelir arasında anlamlı bir ilişki yok. Tabi ki, yüksek bütçeli takımların giderleri olağanüstü. Ancak, yeterli gelire sahip olmamakla birlikte geleceğini ipotek altına alan, sonu iflasa kadar gider harcamaları yapan kulüpler de çok sayıda. Aslında, hayatın gerçekleriyle örtüşmeyen bir durum bu. Borç batağı içinde olan, sınırlı bütçesiyle ancak faaliyet giderlerini karşılayabilen futbol takımlarının akıl almaz transfer harcamalarını başka türlü açıklamak mümkün görünmüyor. Futbolun en ilginç paradokslarından birisidir bu durum. Aksi halde, böyle olmamış olsaydı, bütçesi sınırlı, küçük takımların gelirleriyle orantılı harcamalar yapması gerekirdi. Yani mikro bazda kulüplerin gelirlerini, makro bazda da ülkelerin gelirlerini dikkate aldığımızda harcamaların gelirlerle orantılı olmasını beklememiz gerekirken, uygulama bu beklentiyi çok da karşılamıyor. Futbolun olduğu yerde çok fazla rasyonel, mantıklı şeyler aramamak gerekiyor. Borç içerisinde olan bir kulüp bile, çok yüksek rakamlara bir hocayı getirebiliyor.
Kulüplerin verdiği yüksek rakamları kazanamayacak olmasına rağmen, hocalara astronomik rakamlar vermesi, futbolun paradokslarından bir tanesi. Normalde bakıldığında şöyle bir statüden bahsedemeyiz. 1. Sınıf futbol ülkeleri bu paraları verir, 2. sınıf ülkeler bu paraları veremez. 5 büyük ligin dışında bu paralar kazanılır diğerlerinde kazanılmaz gibi. Bizim gibi ülkelerin verdikleri yüksek tutarları aksi halde nasıl açıklayacağız. Katar bugün nasıl yüksek tutarlarla yıldız oyuncu ve hocaları cezbediyorsa, siz de bu tutarları vermeden bu kişileri buraya getiremezsiniz. Bu konuda en çarpıcı örnek Özbekistan futbol kulübü Bunyodkar'ın 2009-10 sezonunda yıllık 16.6 milyon euro maaşla işe başlattığı Luis Felipe Scolari idi. Bu o futbol ülkesinin katlanmak zorunda olduğu zorunlu maliyetlerden, fırsat maliyetlerinden birisidir. Harcadığınız paralar, başarı gelirse amaç gerçekleşmiş olur. O zaman bunu fırsata çevirebilirsiniz. Bu nedenle futbolda ekonomik gelirlerin harcanması, genel ekonomik makro gösterilerle çok da ilgili değildir. Ülkelerin makro göstergelerine göre bu tutar çok yüksek demek, çok mantıklı görünmüyor değil. Çünkü ülkemizde daha önceden olduğu gibi, daha önce de başka hocalar çok yüksek paralar aldılar. Ekonomik genel durumla futbolda verilen paraları kıyaslamak çok mantıklı gelmiyor.
Kısacası showbusines'te, yani gösteri endüstrisinde maliyet ve değerleri, klasik ekonomide olduğu gibi (reel veya ticari kesimlerdeki gibi) fiyatlamak ya da maliyetlemek mümkün değildir.
Prim sistemi yanlış
Euro 2012 elemelerinde Türkiye'yle aynı grupta bulunan ve 10'da 10 yaparak finallere gitmeyi başaran Almanya'da en çok forma giyen oyunculardan Mesut Özil gibi oyuncuların 180 bin euro prim almasına karşılık, ülkemizde Euro 2012'ye gidemeyen futbolcuların toplamda sekiz milyon euroya ulaşan bir prim almaları gerçekten tartışılması gereken bir konu. Bu bizim prim sistemimizi de gözden geçirmemizi gerektiren bir durum.
Ne yazık ki, futbolun hayat memat meselesi olduğu bizim gibi ikinci sınıf futbol ülkelerinde, ulaşılması gereken futbol başarıları tabulaştırıldığı için, olası bu başarılara çok yüksek primler veriliyor. Normalinde olması ya da ulaşılması gereken sonuçlara, biz çok büyük beklentiler yaratarak ve bu beklentileri gerçekleştirecek insanlar olarak da futbolcuları kahramanlaştırarak onlara çok büyük paralar veriyoruz. Bu prim sistemi tamamen yanlış. Prim sistemi ulaşılan başarının sonucuna göre ve bu tür turnuvaların sonunda verilmeli. Ne yazık ki, bu uygulama yıllardır bu şekilde devam ediyor.
Başarıları abartıyoruz
Diğer ülkelerde bu tür başarılara verilecek belirli bir prim modeli var. Bu model bile çoğu zaman ciddi sorgulanıyor. Biz ise bu işleri çok abartıyoruz. Bizim gibi Avrupa'da futbol ekolü olamamış ülkelerde bu tür performanslar çok önemli olduğu için biz bunlara çok büyük önem atfediyoruz. Bu yüzden de primde ipin ucunu kaçırmış durumdayız. Avrupa'da verilen primler bizden daha yüksek değil. Bunun temel nedeni de, bu tür başarıların o ülkelerde kanıksanmış olması. Kanıksanmışlık, daha fazla prim ödemenin önünü kesiyor. Real Madrid'in tekrar Şampiyonlar Ligi şampiyonu olması için bu tür astronomik rakamları prim olarak dağıtmasına gerek olmadığı gibi bugün İspanya'nın Avrupa ya da Dünya şampiyonu olması için de astronomik bir rakam vaat etmesine gerek yok.
Ülkemizde futbol sosyal yaşama yön veriyor
Futbolu yükselen ülkelerde, futbol sosyal yaşama yön veren bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim, Türkiye Futbol Federasyonu'nun "Türkiye'yi futbolla ileriye taşımak" başlıklı stratejik planının altı ve yedinci sayfalarında, "futbolun, toplumumuz üzerindeki engin sosyal etkisinin ve kalkınma sağlayabileceğinin bilincindeyiz" cümlesi bu konudaki gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Futbolda ikinci sınıf bir ülkeyseniz, başarıları da çok da önemsiyorsanız, futbolla sosyal yaşama da yön veriyorsanız futbola ciddi para akıtırsınız. Yani bir yandan enflasyon, işsizlik had safhadayken diğer taraftan da gelir transferi yaparsınız. Aslında bunun adı bir şekilde gelir transferidir. Yani futbol federasyonu bu primleri verirken gelir transferi yapıyor bir bakıma. Bu yapılacaksa da makul seviyelerde olmalı. Ancak futbolda yükselen bir pazar olduğunuz için, bunları birer başlangıç sermayesi olarak görmek gerekir mi? Onu da tartışmamız gerekiyor. Bu tür harcamaları futbol piyasasında bir tutunma, piyasada tanınma maliyeti olarak değerlendiriyorsak, bunun uzun erimli stratejik planlamalarını yapmamız gerekir. Biz Avrupa futbolunda periferi bir ülkeyiz. Beş büyük ligin periferisi konumundayız ve bu halkayı kırabilmek için daha bunun gibi çok maliyetlere katlanmak durumunda kalacağız. Yani bu tartışmalar ne ilk, ne de son olacaktır.
Sonuçta bugün ortada bir sportif başarısızlık ve yetersizlik var. Bu durum doğal olarak bizim kendimize çeki düzen vermemizi, oto kritik yaparak, geleceğe yönelik yeni aksiyonlar almamızı zorunlu kılıyor. Tüm bunları yaparken de geçmişi iyi analiz edip sorgulayıp geleceğe sağlam adımlar atmalıyız. Bu kapsamda milli takımımızın yeni teknik ekibine de başarılar diliyoruz.
Hiddink'e değil markaya para verildi
Bugünkü mevcut koşullar dikkate alındığında Hiddink'e ödenen tutar tabi ki ultra yüksek bir tutar. Hiddink her ne kadar Türkiye'de başarılı olmadıysa da, bu anlamda o bir marka. Bu nedenle Hiddink'e verilen paranın tutarı yüksek görülse de, onun kariyeri ve birikimini marka değeri açısından kıyasladığınızda bu tutarın normal karşılamamız gerekiyor. İtalyan Capello İngiliz Milli Takımı'nın başında ve yaklaşık 12 milyon euro alıyor. Yine Jose Mourinho Real Madrid'den aldığı yıllık ücret 10 milyon euro. Bunlar birinci sınıf marka olmuş isimler. Bu tür hocaları Türkiye'ye getirmek istiyorsanız, bu maliyetlere katlanmak zorundasınız. O günün koşullarına göre Hiddink'e verilen rakam yüksekti; ama böyle bir tasarrufa gidilmiş.